DENİZLİ

2RQy...MW5Y
17 Mar 2024
56

    Denizli, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan tarih kokan bir şehirdir. Tarihine baktığımızda, antik çağlardan günümüze kadar uzanan zengin bir mirasa sahiptir. Özellikle antik çağlarda önemli bir yerleşim yeri olan Denizli, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.

    Şehrin en önemli tarihi mirası Hierapolis Antik Kenti'dir. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan bu antik kent, Pamukkale'nin doğal güzellikleriyle birleşerek muhteşem bir manzara sunar. Hierapolis, Roma İmparatorluğu döneminde önemli bir sağlık merkezi olarak bilinirdi. Antik tiyatrosu, sütunlu caddeleri ve antik termal havuzlarıyla ziyaretçilerini büyüler.

    Tarihi Yerleri:

1- Laodikeia Antik Kenti:Laodikeia Antik Kenti, coğrafi bakımdan çok uygun bir noktada ve Lykos Irmağı'nın güneyinde kurulmuştur. Kentin adı antik kaynaklarda daha çok “Lykos'un kıyısındaki Laodikeia” şeklinde geçmektedir.

    Diğer antik kaynaklara göre ise kent MÖ. 261-263 yılları arasında II. Antiokhos tarafından kurulmuş ve kente Antiokhos'un karısı Laodike'nin adı verilmiştir. Laodikeia MÖ I. yüzyılda Anadolu'nun en önemli ve ünlü kentlerinden biridir.

Kentteki büyük sanat eserleri bu döneme aittir. Romalılar da Laodikeia'ya özel bir önem vermişler ve Kıbyra (Gölhisar-Horzum) Conventus'unun merkezi yapmışlardır. İmparator Caracalla zamanında Laodikeia'da bir seri kaliteli sikke basılmıştır.

    Küçük Asya'nın şedi ünlü kilisesinden birinin bu kentte bulunması, Hıristiyanlığın burada ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. MS 60 yılında meydana gelen çok büyük bir deprem, kenti yerle bir etmiştir.

2- Tripolis Antik Kenti:    Tripolis Antik Kenti; Menderes Nehri kıyısında yamaç üzerine kurulmuştur. Batıya ve kuzeye açılan vadilerle Ege’ye güneydoğusundaki Çürüksu Ovası ve vadileri ile İç Anadolu ve Akdeniz’e ulaşımı bulunan antik kentlerden birisidir. Kentin güneyinde Çürüksu Vadisi’nde kurulmuş olan çağdaşı Laodikeia’ya 30 kilometre, Hierapolis’e ise 20 kilometre uzaklıktadır. Kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu daha sonra Geç Helenistik Dönem'de Tripolis olarak adlandırıldığı ve ilk kuruluşunun Lidya Devleti zamanında olduğuna ilişkin belgelere rastlanılmaktadır.

    Tripolis, Lidya şehirleri arasında yer almasına karşın Frigya ve Karya bölgelerine ulaşımı sağlayan önemli sınır, ticaret ve tarım merkezlerinden biri görünümündedir. Menderes Nehri ile Çürüksu Çayı’nın bereketlendirdiği, Çürüksu Ovası’nın büyük bir bölümüne hakim kentlerden biri olup, kuruluş biçimiyle ve şehircilik anlayışı ile yörenin en zengin kentleri arasında yer almaktadır. Tripolis’in ilk kuruluşunun Lidyalılar zamanında olmasına karşın, yüzeydeki kalıntılar uslup olarak Roma ve Bizans dönemi mimari özelliklerini ve yapı örneklerini göstermektedir. Tripolis Antik Kenti İ.Ö. II. yüzyıl sonları ile İ.S. I. yyüzyıl ortalarında ve IV. yüzyıl ortalarında birçok deprem ve savaşlara sahne olduğundan çok tahrip olmuştur. Kent en görkemli dönemini Roma Devri'nde yaşamıştır.

3- Çardak Kervansarayı:    Çardak Kervansarayı üzerindeki yedi satır kitabesine göre, Alaeddin Keykubat zamanında, onun azadlı kölesi ve emirlerinden Esededdin Ayaz bin Abdullah el Şahabi tarafından yaptırılmıştır. 1230 yılı Ramazan ayında bitirilmiş ve kitabesine göre “Ribat” olarak yapılmıştır. Doğu-batı doğrultusunda inşa edilen han, oldukça geniş kare avlusu ve altı bölümlü, beş sahından oluşan holü ile sultan hanlarının sadeleşmiş bir benzerini oluşturmaktadır. Kapalı mekan doğu-batı ekseninde dikdörtgen planlıdır. Derinlemesine dört sıra halinde ve her bir sırada beşer paye kullanılması ile beş sahın oluşturulmuştur. Dinar İlçesi'ne bağlı olduğu dönemlerde Hanabat ismiyle bilinen han, Kurtuluş Savaşı sırasında da zahire ambarı olarak kullanılmıştır.

4- Boğaziçi Kasabası Eski Cami:    Boğaziçi Kasabası Eski Camisi, dikine dikdörtgen planlı ve üç sahınlıdır. Hicri 1181’de yapılmıştır. Duvarları temel seviyesine kadar taş, üzeri kerpiç örgülüdür. Dikdörtgen planlı harim, ahşap desteklerle üç sahına ayrılmıştır. Destekler birbirine Bursa kemeriyle bağlanmıştır. Yan duvarlar içten ve dıştan kare şeklindeki ahşap direkler ile desteklenmiştir. Mihrap, mukarnaslı kavsara ile örtülü yarım daire kesitli bir niş şeklindedir. Ahşap minberi ve vaaz kürsüsü süslemesizdir. Tavan ve ahşap destekler, zengin kalem işi süslemelere sahiptir. Harim duvarları, bitkisel ve geometrik süslemeler ve mimari tasvirlerden oluşan duvar resimleriyle bezelidir. Caminin üzeri düz toprak dam iken toprağı alınarak dört yöne eğimli çatı ile kaplanmıştır.

5- Apollon Lairbenos Tapınağı:    Asartepe olarak isimlendirilen küçük bir tepenin üzerine konumlanmış olan Apollon Lairenos Tapınağı, Menderes Vadisi’ne hakim konumdaki konik formlu tepenin üzerinde kurulmuştur. İlk bakışta Batı Anadolu’ da bir çok bölgede karşımıza çıkan yerel kült merkezlerinden birisi izlenimi veren bu tapınak, bir süredir özellikle din tarihi çalışan araştırmacıların dikkatini çekmektedir. Çünkü dinler tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Anadolu’nun başka hiçbir bölgesinde karşımıza çıkmayan yazıt türlerinden birisine, yani katagraphe adı verilen ve bazı insanların ya da mülkleri “tanrıya tahsis etme” anlamını taşıyan yazıtlara tek başına ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, bu mütevazi tapınak sadece Batı Anadolu’da görülen ve daha sonraları Hıristiyanlar tarafından da benimsenmiş olan itiraf (Kefaret) geleneğini kanıtlayan yazıtların ele geçtiği iki bölgeden birisi olma özelliğine de sahiptir.

    Bir Anadolu Tanrısı olan Apollon Lairbenos’a adanmış olan bu kutsal alan, Menderes Nehri’ nin güney kıyısında, Hierapolis’e 35 Kilometre mesafede bugün Çal Ovası olarak adlandırılan bölgede 1887 yılının Mayıs ayında araştırmacılar W.M.Ramsay, D.G. Hogarth ve H.A. Brown tarafından tespit edilmiştir. Bölgedeki diğer kült alanları göz önüne alınırsa Apollon Lairbenos Kutsal Alanı erken dönemlerde olasılıkla Tanrıça Kybele’ye adanmış kült merkezinin üzerine, İS II yüzyılda İmparator Hadrianus Dönemi ( İS 117-138 ) ve hemen sonrasında inşa edilmiş olmalıdır. Kutsal alanın en batısında Menderes Vadisi’ ne hakim bir noktaya tanrının tapınağı yerleştirilmiştir. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde konumlandırılan tapınak, anakayayı kullanan yüksek bir podyum üzerinde, tetrastylos (ön cephesinde dört sütun bulunan) plan tipinde ve korinth düzenindedir. Bu Kutsal Alan’ın adanmış olduğu Tanrı, tasvirlerinde genellikle bir elinde buğday başağı, meşe dalı ya da patera (sunu kasesi), diğer elinde ise çifte balta (labrys) taşır vaziyette betimlenen bazen de omzunda etrafına bir yılanın sarıldığı çifte balta taşıyan süvari biçiminde karşımıza çıkan Apollon Lairbenos’dur.

    Kutsal Alan ve civarındaki köylerde tespit edilmiş olan yazıtlarda 14 farklı formda karşımıza çıkan tanrının adı, Hierapolis sikkeleri üzerinde “Lairbenos” şeklinde görülmektedir. Hierapolis sikkeleri göz önüne alınırsa “Lairbenos” tanrının isminin resmi formu belki de aslına en yakın olarak kabul edilebilir. Tanrının adının Grekçe’de bu kadar çok sayıdaki farklı formlarda görülmesi, bu ismin yerel olduğunu ve içindeki bir sesli harfin Grek alfabesinde tam olarak karşılanmadığını göstermektedir. Roma İmparatorluk Devri’nde Anadolu’nun özellikle de Phrygia Bölgesi’nin dinsel atmosferine baktığımız zaman, Yunan tanrılarına ve Roma’nın resmi dinlerine olan saygının devam ettiğini, fakat aynı zamanda çok sayıda yerel tanrı ve tanrıçanın da ortaya çıkmış olduğunu, sıklıkla da Yunan kökenli tanrı ve tanrıçaların yerel sıfatlarla nitelendirdiklerini ya da bir yer adı ile birlikte anılarak tapım gördüklerini böylece de bu dinlerin Anadolulaştırılmış olduklarını görmekteyiz. Özellikle İS II. ve III. yüzyıllarda Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan ve Grekçe konuşan dindar halkın geleneksel Yunan inançlarından uzaklaştıkları dikkati çekmektedir. Apollon Lairbenos kutsal alanında, her dönem ve her bölgede gördüğümüz ve birlikteliği son derece doğal olan annesi Leto ve ikiz kardeşi Artemis ile birlikte saygı görmektedir. Özellikle Leto’ya duyulan inanç ve bağlılığı tapınak civarında ele geçen bir adak yazıtında Leto’nun Lairbenos’dan bağımsız bir şekilde “imkansızı mümkün kılan tanrıça” şeklinde nitelendirilmesi kanıtlamaktadır. 

6- St. Philippe Martyrion Kilisesi:    Hierapolis Antik Kenti’nin kuzeyindeki bir tepe üzerinde bulunan St. Philippe Martyrion Kilisesi, bölgenin en eski ve en önemli kalıntılarından biri. St. Philippe, İsa’nın 12 havarisi arasında yer alan bir isimdir. M.S. 80 yılında Hıristiyanlığı yaymak için bölgeye gelen St. Philippe, amacına ulaşamadan öldürülmüştür. M.S. 4. yüzyılın sonu 5. yüzyılın başlarında Aziz Philippe’in anısına Martyrion’un inşa edildiği tahmin edilmektedir. St. Philippe’in de mezarının burada olduğu düşünülüyor. St. Philippe Martyrion Kilisesi, antik yerleşim alanının kuzeyinde bulunur ve Hierapolis’in en görülesi tarihi kalıntıları arasındadır…

7- Hierapolis Antik Kenti:    Ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerler listelerinin neredeyse tamamında yer verilen ve her yıl 2 milyon civarında turistin ziyaret ettiği Pamukkale, doğanın sanatçı rolünü üstlendiği yerlerden. Termal suların hava ile teması sonucunda meydana gelen beyaz travertenlerin donmuş bir şelale benzeri kademeli şekiller oluşturduğu ve yer yer teras biçimli havuzlar meydana getirdiği Pamukkale’nin çekiciliğinin keşfi Roma Dönemi’ne kadar gidiyor.

    Pamukkale Travertenleri'nin hemen yanında tüm görkemiyle ayakta duran Pamukkale Hierapolis Antik Kenti'nin kalıntılarının büyük bölümü de bu dönemden. Eşi bulunmaz güzellikteki travertenler ile birlikte bu kalıntılar UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Miras Listesi’nde yer alıyor.

    Turistik Yerleri:

1- Pamukkale Travertenleri:    Pamukkale Travertenleri, kaynak sulardan ve traverten teraslı tepelerden meydana geliyor. Çökelez Dağının eteklerinde yer alan ve ovadan 100–150 metre yükseklikte uzanan bu terasta yaklaşık 6 km uzaklıkta Pamukkale’yi var eden, travertenlerin oluşumunu sağlayan termal kaynaklar yer alıyor.

    Pamukkale‘de kaynaktan çıkan termal su 320 metre civarındaki bir mesafeyi kat ederek traverten başına gelerek buradan da kar beyazı rengindeki traverten katmanlarına dökülerek 240-300 metre kadar yol kat ediyor.


    Kalsiyum karbonatla doymuş su güneşin altında buharlaştığında ortaya ilk önce jel halinde beyaz travertenlerin pamuksu görüntüsü çıkıyor ve katılaşarak yüzeyi kristalleşmiş kayalara dönüşüyor. Bileşiminde kalsiyum karbonat dışında sülfat, sodyum, demir, potasyum, magnezyum, serbest karbondioksit bulunuyor.
 
    Tortullu kayaç traverten terası, pamuk gibi beyaz ve ilk halinin yumuşaklığı nedeniyle Pamukkale adını alan bölgede, 33-35 °C sıcaklık aralıklarında 17 adet sıcak su alanı bulunuyor. Antik çağdan bu yana şifalı suları ile tanınan ve o zaman da günümüzdeki gibi şifa bulmak isteyen ziyaretçilerini ağırlıyor.

2- Kleopatra Havuzu:    Pamukkale’nin yıldızı Antik Kleopatra Havuzu, 2.500 yıllık köklü bir tarihe sahiptir. 

    M.S. 7. yüzyılda gerçekleşen bir depremle antik kentin ortasında büyük bir çukur meydana gelir ve bölgedeki şifalı sulara sahip termal hamamların suları, zamanla oluşan çukur içerisinde toplanmaya başlar. Böylelikle, bir zamanlar dönemin görkemli yapısını oluşturan antik sütunlar ile mimari yapılar bu havuzun zeminini oluşturan doğal bir havuza dönüşür. Havuza girdiğiniz an, su altındaki mistik bir kapıdan geçerek 2800 yıl öncesine gitmiş gibi hissedersiniz.

    Depremden önce de şifa merkezi olarak ün salan bölgede, birçok hamam bulunmaktaydı. O dönemde bile temizlenmek ve şifalanmak için bu hamamların ziyaret edildiği bilinmektedir. Öyle ki, Mısır Kraliçesi Kleopatra, kardeşi ile yaşadığı sorunlardan dolayı sürgün edildiği yıllarda, Roma İmparatorluğu topraklarına ulaşmak için yaptığı seyahatlerinde, havuzun methini duyarak burayı ziyaret eder ve böylelikle havuzun ismi Kleopatra’nın Havuzu olarak anılır.

3- Bağbaşı Yaylası: Denizli Bağbaşı Yaylası, yılın 4 mevsimi yoğun ilgi görmektedir. Ziyaretçiler 1400 metre rakımda serinlemenin keyfini yaşamaktadır. Bağbaşı Yaylası'na çıkan vatandaşlar gönüllerince zaman geçirmenin yanı sıra burada bungalov evlerde ve çadırlarda konaklama imkânı bulmakta ve sevdikleriyle beraber yöresel tatların keyfini çıkarmaktadır. Yayla turizminin merkezlerinden biri olan bölge, özellikle şehir dışından gelen misafirlerin tercihi olması ile dikkat çekmektedir. Bölge bungalov ev, yörük çadırı, restoran, piknik alanı gibi tesislerle bugüne kadar milyonlarca ziyaretçiye hizmet vermiştir.

4- Yeşildere Şelalesi (Ağlayan Kaya Şelalesi): Yeşildere şelalesi, diğer adıyla ağlayan kaya şelalesi, Denizli ilinin Çal ilçesine bağlı Sakızcılar mahallesinde bulunmaktadır. Merkeze 40 km uzaklıkta ve 50 dk mesafededir. Şelalenin yüksekliği yaklaşık 55 metredir. Yeşildere Şelalesi’nde yüzlerce yıl yaşamış olan çınar ağaçları vardır.  Yeşildere Şelalesi doğal güzellikleri nedeniyle görülmeye değer bir yerdir burası. Ağlayan kaya denilmesinin nedeni ise, bölgede yer alan yeşil dere şelalesinin ağlayan bir kayayı andırmasıdır.

5- Kaklık Mağarası: Kaklık Mağarası Denizli Ankara karayolunda Denizli il merkezine 30 kilometre mesafede Honaz ilçesi Kaklık Mahallesi'ndedir. Mağara içerisinde bol miktarda termal su bulunmaktadır. Berrak,renksiz ve kükürt kokulu olan bu su varlığı bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir. Ayrıca mağaranın yakınında ziyaretçilerin istifadesine sunulmak üzere yapılan yüzme havuzu, küçük amfi tiyatro, seyir alanları, kafeterya ve kameriyeler mayıs 2002 tarihinden itibaren turizmin hizmetine sunulmuştur. Düden-kaynak, çöküntü obruğu konumlu aktif bir mağara olan Kaklık Mağarası'nın çevresi; Mesozoik kireçtaşları, eeosen marn, kil, kumtaşı ve konglomeraları, miyosen-pliyosen yaşlı kil, kum, marn ve kalkerler ile kuveternere ait traverten ve alüvyonlardan meydana gelmiştir.

6- Denizli Horozu:    Denizli'nin sembolü olan "Denizli Horozu", renk ve vücut yapısı itibariyle ahenkli uzun ve güzel ötüşleriyle, ilimize en uzak yörelere kadar isim yapmış yerli bir ırkımızdır. Bazılarına göre Osmanlı Devleti zamanında Arnavutluk'tan İstanbul'a getirilen uzun ötüşlü Berat horozlarının Denizli'ye getirilmesi ve Denizli'deki yerli tavuklarla melezleşmesinden oluştuğu üretildiği söylenmekte ise de bu doğru değildir. Zira renk ve vücut yapısı bakımından aralarında hiç bir benzerlik yoktur. Denizli Horozu bu bölgedeki insanların eskiden beri uzun ötüşlü horozlara gösterdikleri özen sonucu kendiliğinden oluşmuş bir ırktır.

Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to Necla

3 Comments

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.