MERSİN’DE GEZİLECEK EN GÜZEL YERLER

DfXk...YbtS
21 Jan 2024
90

Dostlar bugün ki yazımda gittiğim zaman çok mutlu olduğum bir şehri, Mersin’i anlatmak istiyorum. Mersin’e yolunuz düştüğünde nereleri gezmelisiniz buyurun birlikte bakalım:

Kız Kalesi

Deniz Kalesi olarak da bilinen Kız Kalesi, adını da verdiği mahalle sahilindeki küçük bir adacığın üzerinde kurulmuştur. Kıyıya uzaklığı yaklaşık 600 metredir. Burada bulunan bir yazıttan 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğu öğrenilmiştir.
1361’de Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilmiştir. StrabonRoma Dönemi’nde korsanların kaleyi barınak olarak kullandıklarından bahsetmektedir. Kale Bizans ve Ermeniler tarafından karadaki kale kadar önemsenmiştir. Kalenin girişi kuzeydedir.
Burada devşirme malzeme kullanılmıştır. Yine zaman zaman moloz taşların kullanıldığı yerler büyük bir olasılıkla Lusignanlar Dönemi'ne ait olmalıdır. 192 metre uzunluğundaki mazgal delikleri açılmış kale suru üzerine üçgen, dörtgen ve yuvarlak biçiminde 8 burç oturtulmuştur. Batıdaki sur boyunca uzanan iyi korunmuş bir galeri ile buradan denize açılan bir kapı bulunmaktadır.

Kız Kalesi efsanesi

Kızkalesi’nin farklı yerler için de anlatılan bir de efsanesi bulunmaktadır. “Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenince, prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş. Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş.” Benzer bir anlatım İstanbul'daki Kızkulesi için de kullanılmaktadır.


Danyal Peygamberin Makamı

Danyal Peygamber, 2. Babil Kralı Nebukadnezar (MÖ 605-562) zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir. Rivayete göre; Babil Kralı rüyasında İsrailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını görmesi üzerine İsrailoğulları'ndan doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Danyal Peygamber doğunca, ölümden kurtulması için dağ başında bir mağaraya bırakılmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal Peygamber, delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır. Bir kıtlık senesinde Tarsus'a davet edilen Danyal Peygamber'in Tarsus'a gelmesiyle birlikte bolluk olmuştur. Bu nedenle Danyal Peygamber Babil'e geri gönderilmemiş, ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam Camisi olarak anılan yere gömülmüştür.

Hicri 17. yılında Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince Danyal Peygamber'in mezarı açtırılmış burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı uzun boylu bir ceset görülmüştür. Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer'in emri üzerine önceki yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehri'nden gelen ufak bir çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el sürmeyeceği şeklinde emniyete alınmıştır. Nitekim caminin son tamiratı sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve gayet muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Danyal Peygamberin cesedi, bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısındadır. Söz konusu alanda yapılan kazı sonucu mezar ortaya çıkarılmış ve çevre düzenlemesi yapılarak 2014 yılından itibaren Danyal Peygamberin Kabri olarak ziyarete açılmıştır.

Danyal Peygamberin Yüzüğü

Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek, biri dişi iki aslanın arasında bulunan genç bir çocuğun dişi aslan tarafından sevilmesi işlenmiştir. 


Nusrat Mayın Gemisi

Nusrat'ın döşediği mayınlar 18 Mart 1915'te Çanakkale Savaşı'nın kaderini değiştirmiş, ona "dünyanın en ünlü mayın gemisi" unvanını kazandırmıştı. Nusrat'ın mayınları 639 kişilik mürettebatıyla Bouvet, onun ardından Inflexible ve Bolva zırhlılarını sulara gömmüştü.

İngiliz Generali Oglander'in "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" (Military Operations Gallipoli, Official History of the Great War) adlı eserinin birinci cildinden: "Pek uygun başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."

Sir Ccolyen Corbet'in, "Deniz Harekatı" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Gerçek şu idi ki 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyu'na paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve keşif gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyata rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."

Bahriye Nazırı Winston Churchill 1930'da "Revue de Paris" dergisinde olayı şöyle yorumlamıştır: "Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara malolmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından o gece atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi demir kaptır."

Nusrat; Mersin'den Tarsus'a üç parçaya ayrılarak tır ile getirilmiş olup, 27 kilometrelik yol 4.5 saat sürmüştür. Nusrat kendisi için yapılan Çanakkale Parkı'na demirledikten sonra 8 kişilik heyet Çanakkale'deki maketini inceleyip tüm kaynakları araştırmış sonucunda orijinale en yakın haline getirilmiştir.


Mamure Kalesi

Akdeniz kıyı şeridinde günümüze oldukça sağlam ulaşabilmiş Türk kalelerinden birisidir. Yüksek kayalıklar ve düzlükler üzerine kurulmuş olan Mamure Kalesi birçok Anadolu kalesi gibi antik temeller üzerine inşa edilmiştir.

Büyük kesme taşlardan yapılmış olan antik temellerin hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldığı tam tespit edilememiştir. Kale, yüksek duvarlarla ayrılmış doğudaki iç avlu, batıdaki dış kale ve bunların güneyindeki kayalıklar üzerine inşa edilmiş iç kale olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.

39 kulesi, su sarnıçları, camisi ve dışında hamamı bulunan kalenin etrafı 10 metre genişliğinde savunma amaçlı hendekle çevrilidir. Kale duvarlarının alt kısımları geniştir. Üst kısımları yukarı doğru daralmaktadır. Duvarlar ve burçlar yapılırken, çeşitli taşlar ve Horasan harcı kullanılmıştır. Giriş kapıları ve bazı pencerelerin kemerleri ile duvar köşelerinde kesme taş kullanılmıştır. Daha geç devirlerde yapılan onarım ve eklentilerde tuğla kullanılmıştır. Çift katlı olan kale duvarları içerisinde birbirleri ile bağlantılı olan galeriler bulunmaktadır.


Üst kattaki burçlara ve seyirdim yerlerine merdivenlerle ulaşılmaktadır. Kalenin güneyinde sahil kenarında baş kale olarak adlandırılan kalın ve yüksek gözetleme kulesinden başlayarak, dairesel ve dört köşe formlarında baş kale ve köşe burcunun yanında üstü tamamen yıkılmış olan Fener Kulesi bulunmaktadır. Dış kalede merkezi planlı, tek kubbeli bir cami ve çeşmesi, depolar, sarnıçlar ve askerlerin iskan yerleri olması muhtemel yapılar bulunmaktadır. Bazı yayınlarda kale içinde Hüseyin Gazi’ye ait türbeden söz edilmektedir.16'ncı yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik ögelerini taşıyan caminin ilk yapılışı Karamanoğulları Dönemi’ne aittir.

Bugün kullanılan giriş yeri kalenin esas giriş yeri değildir. Asıl giriş kapısı iç avlunun kuzeyinde, dört köşe planlı, iki kule arasında kalan yerdir. Üzerinde altı satır kitabesi bulunmaktadır. Kitabede özetle “Karamanoğlu Alaaddinoğlu Mehmet oğlu Sultan İbrahim inşa etti. Mamure Beldesi ve kalesi savaş için yardım edilen köşedir. Korunan yerleşim yeri Allah yolunda hediye olarak cihat için onun yardımı ile tamam oldu. Allah’ın nimetlerinden verdiği uyanıklık ve doğru yolu gösterdiğinden şükürler olsun. Bu tarih Mükerrem Şevval ayında 854 yılında yazıldı.”  denilmektedir. Giriş kapısını dışarıya bağlayan ve hendekten kaleye girişi sağlayan köprü bugün bulunmamaktadır.

Kalenin su ihtiyacı ana giriş kapısının kuzey doğusundaki burcun olduğu yerde bulunan ve hendek üzerinde iki sivri kemerle geçişi sağlayan su yolu ile sağlanmaktadır. Kalenin kuşatılması halinde su ihtiyacı kalenin değişik kesimlerinde yer alan sarnıçlardan da temin edilmiştir. Kale ve çevresinde MS 3 ve 4'üncü yüzyıllarda pek önemi olmadığı düşünülen Roma yerleşimi olduğu tahmin edilmektedir. Kalenin kuzeyinde ise bir hamam kalıntısı vardır. 1988 yılında Anamur Müze Müdürlüğü’nce yapılan kurtarma kazıları sonucunda; moloz taştan, araları Horasan harçlı olarak inşa edilmiş, tabanları mozaik döşeli, hamam ve konut olduğu sanılan mekanlar ortaya çıkarılmıştır. Bu kalıntıların Rigmonai Antik Kenti'ne ait olduğu düşünülmektedir. Kurtarma kazısı sırasında Geç Roma Dönemi'ne ait bol miktarda seramik parçalarına rastlanmıştır.

Anamur ve Taşeli’nin Hıristiyanlar tarafından işgal edilip, tahrip edilmesi üzerine Karamanoğlu Mahmut Bey (1300-1308) ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp, kaleyi ele geçirmiş, kiliseleri yıkıp yerine cami yapmış ve kaleyi mamur edip, adını Mamuriye koymuştur. Kalenin daha sonra 16'ıncı yüzyıl ortalarında ve 18'inci yüzyıl sonlarında yeniden onarım gördüğü ve kaleye yeni eklentiler yapıldığına dair belgeler bulunmaktadır. Son olarak 1960’lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarım yapılmıştır. Kalenin işçiliği ve yapım tekniği Alanya Kalesi’ni hatırlatmaktadır.


Tarsus Şelalesi

Taşıdığı alüvyonlarla Çukurova Deltası'nın ortaya çıkışında önemli rol oynayan Berdan Irmağı, Orta Toroslar'ın güneydoğu yamaçlarından (Bolkar Dağları) doğan derelerden meydana gelmektedir. Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının aksine Çukurova'da kısa bir yol kat ederek Akdeniz'e dökülür. Toplam uzunluğu 142 kilometreyi bulan ırmağı oluşturan derelerin en önemlileri ise Can, Pamuklu ve Kusun dereleridir.

Akdeniz'e dökülmeden önce Tarsus ovasında geniş yaylar çizen Berdan, (antik Kydnos) aynı zamanda Tarsus'un kurulmasında önemli tercih sebebidir. Soğuk su anlamına gelen Berdan, aynı zamanda kentin 4 kilometre kuzeyinde doğal bir güzelliği de barındırmaktadır. Bizans imparatoru Justinyen (M.S. 527-565) tarafından yatağı değiştirilirken, aslında Roma Dönemi sonlarına dek kullanılmış nekropol alanında geniş ve yüksek bir çağlayana dönüşmüştür. Kenti su taşkınlarından korumak için yapılan bu çalışma sonunda bugün yaklaşık 15 metre yükseklikteki konglomera kayalıklardan dökülen su, özellikle kış ve bahar aylarında karların erimesiyle en yoğun debisine ulaşmaktadır. Bugün aynı noktada yer alan nekropoldeki basamaklı ya da rampalı (dromos) oda mezarlar, oyuldukları konglomera kayaların zayıf oluşuyla güçlü akıntılara karşı koyamayarak büyük ölçüde tahrip olmuştur. Günümüzde Şelale ve çevresi, Tarsusluların özellikle sıcak yaz günlerinde ilgi gösterdikleri yerlerin başında gelmektedir.

Bahar aylarında yükselen debisiyle (138 m3/sn) genişleyen göleti ve çağlayanı, güneşin batışıyla birlikte muhteşem bir görüntü oluşturur. Bu özelliğinden dolayı da Araplar Kydnos'a soğuk su anlamına gelen, "El-Baradan" ismini vermiştir. Bu isim günümüze Berdan olarak gelmiştir. Aynı zamanda şifa olarak da bilinen suyun bazılarının başına istenmeyen işler açtığı bir gerçektir. Bir ihtimali aktararak tarihi kaynaklar, Büyük İskender'in Kydnos'da yıkandıktan sonra zatürree olduğunu ve bir daha da iyileşemeyerek kısa bir süre sonra Suriye'de öldüğüne değinir. Halife Memun'da yine aynı akıbet sonucu Tarsus'ta ölmüş ve Tarsus'a gömülmüştür. 


Kanlı Divane Ören Yeri

Antik Dönem'de Dağlık Kilikya sınırları içinde kalan Kanytella, bugünkü adıyla Kanlı Divane, Mersin’in yaklaşık 50 km, Erdemli İlçesinin 13 km batısında yer alır. Kumkuyu Yemişkumu Mahallesinden kuzeye sapan 3 km’ lik yolla ulaşılmaktadır. Kanlı Divane Antik yerleşimi; merkezinde bulunan ve Kanlı Divane Obruğu olarak adlandırılan büyük bir yer çöküntüsünün etrafında kurulmuştur. Helenistik Dönem’den itibaren (MÖ 3. yüzyıl) başlayan iskân faaliyetleri Geç Antik Dönem’e (MS 7. yüzyıl) kadar kesintisiz devam etmiştir. 15. yüzyıldan itibaren Türkmen grupları bölgeye yerleşmeye başlamıştır.


Kanlı Divane İsmi nereden gelmektedir?

“Kanlı Divane” isminin kentin konumlandığı kayalık yapının kırmızı renginden kaynaklanan “Kanlı” kelimesi ile bölgede bir araya gelen Türkmen aşiretlerinin divan toplantılarını burada yapmış olmaları sebebi ile “Divan” kelimesinin birleşmesinden aldığı düşünülür. Halk arasında ise suçluların obruk içerisine bırakılıp buradaki aslanlara parçalatılıp, etrafın kan revan içerisinde kalmasından dolayı bu adı aldığı anlatılmaktadır.


Helenistik Kule

Kanlı Divane’nin tek Helenistik Dönem yapısıdır. Obruğun güneybatı kenarında yer alır. Dikdörtgen planlı kule üç odaya ayrılmıştır. Kulenin güneybatı köşesinin dış yüzünde bulunan yazıtlar sayesinde MÖ 3. yüzyıl sonu 2. yüzyıl başında Tarkyaris’in oğlu rahip kral Teukros tarafından yaptırılmış ve Zeus Olbios’a adanmış olduğu anlaşılmaktadır.


Armaronzas ve Ailesinin Kabartması

Obruğun güney duvarında bulunan aile kabartması yanyana ayakta duran üç kadın ve bir erkek; daha yüksek bir kaide üzerinde oturur vaziyette bir kadın ve erkek figüründen oluşur. MS 1. yüzyıla tarihlenmektedir. Kabartmanın altındaki yazıtta, Hermias babası Armaronzas’ın, karısının ve çocuklarının (heykellerini) diktirdiği bildirilmektedir. Ayrıca bu kabartmalara zarar verenin Zeus’a 1000 drahmi vermesi gerektiği de ifade edilmiştir.


Asker Kabartması

Obruğun kuzey cephesinde yer alan kabartma sağ elinde mızrak, sol elinde bir kılıç tutmaktadır.

Kabartmanın kuzeybatısında askerin adının “Trogomon” olarak okunabildiği bir yazıt bulunmaktadır. Bu yazıtın askerin annesi tarafından yazdırıldığı anlaşılmıştır.


Kanlı Divane Obruğu İçerisindeki Diğer Kaya Kabartmaları

Obruğun 1 km kadar güneybatısındaki kaya kütlesi üzerinde bulunan Çanakçı kaya mezarlarında, mezar sahiplerinin kabartma olarak yapılmış tasvirleri yer alır. Bu kabartmalar arasında yas tutan kadın kabartması, sağ eliyle başının üzerinden geçen chimationunu kavraması hareketi ile yansıtılmıştır. MÖ 1- MS 1. yüzyılları arasına tarihlendirilmektedir.


Aba’nın Mezarı

Kanytella’in en görkemli anıt mezarıdır. Roma dönemi tapınakları tipinde yapılmış olan bu anıt mezarın kapı üzerindeki yazıta göre Aba adlı bir kadın tarafından kendisi ve kocası Arios adına yaptırılmıştır.

Mezar anıtı alçak bir podyum üzerine inşa edilmiştir. Ön cephesinde tonozlu bir giriş vardır. Mezarın dört köşesinde korint plaster başlıkları yer alır. Mezar gerek üzerindeki yazıttan gerekse diğer mezarlardan yola çıkarak MS 2. yüzyıla tarihlendirilmektedir.

Yazıtta; “Ben Kalligonos ile Katraios’un kızı Aba, kocam Nikanor oğlu ve Arios torunu Arios’un ve çocuklarım Nikanor ile Arios’un varisleri olarak istiyorum ve emrediyorum ve vasiyet ediyorum ki Ariosu’un mezarına (ben) Aba dışında hiçbir kimse gömülmeyecktir. Aynı şekilde, benim ölümümden sonra da hiçbir kimse gömülmeyecektir. Buna aykırı davranan kişi Yeraltı Tanrıları’na karşı günah işlemiş olsun ve kendisi ve tüm soyu yok olsun; ayrıca efendimiz Caesar’ın hazinesine 10.000 denarius ve Augustusların şehrine 8.000 denarius ve Kanytelis yerleşmesi yerel yönetim birimine 2.500 denarius (ceza) ödesin. Yine vasiyet ediyorum ki benim ve kocamın verdiğimiz bu emirler ve yaptığımız bu düzenlemeler sonsuza kadar geçerli olsun ve kimse (bu yazıtı ?) kazımasın ve kazıyan kimse cezaya çarptırılsın.” yazmaktadır.

 

Üç Ayak Mezar Anıtı

Kanytella’in önemli anıt mezarlarındandır. Yaklaşık 4.12x4.22 metre ebatlarındadır. 3.50 metre yüksekliğe sahiptir. Ana kayadan oluşan bir podyum ile yükseltilmiştir.

İçinde yer alan cellaya alçak ve dar bir kapı ile girilir. Yapının cellası tonozlu bir üst yapıya sahiptir. Cellanın önünde üç sütunlu bir dış cephe tasarımı bulunur. Üstte bir üçgen alınlığa sahiptir. Dış cephe tasarımıyla mimarlık tarihi açısından benzersiz ve başka bir örneği bulunmamaktadır. Yapı MS 3. yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenmektedir.

 

Kanlı Divane’deki Kiliseler

Kanlı Divane obruğunun etrafında dört önemli kilise yer alır.

Ayrıca bugün sadece apsisi görülebilen beşinci bir kilise ve son dönem araştırmalarında tespit edilen bir şapelin de varlığı bilinir. Yerleşimdeki kiliselerin ihtiyaç nedeniyle değil, ekonomik refahın göstergesi olarak yapıldıkları kabul edilebilir.

Kanlı Divane’de bulunan kiliseler; plan şemaları ve kullanılan malzemeleri ile bölge kiliseleriyle ortak özellikler gösterir. Apsisin iki yanındaki ve arkasındaki mekanların dıştan düz bir duvarla sınırlandırılmasıyla Suriye Erken Hristiyanlık-Bizans Dönemi kiliselerinn özelliklerini taşır. Galerilerinin varlığı ve bezemeli sütun başlıkları ile de 5. yüzyıl sonu 6. yüzyıl başlarına ait Kilikia ve İsauria Bölgesi’nin önemli yapıları içinde yer alır.


Anemurium Antik Kenti

Anemurium Antik Kenti 19'uncu yüzyılda İngiliz donanmasından Albay Francis Beaufor’un bu kıyılarda yaptığı keşif gezisiyle tanınmıştır.

1960’lı yıllarda Toronto Üniversitesi’nden Elisabeth Alföldi tarafından başlatılan yüzey araştırmaları daha sonra Kanada British Colombia Üniversitesi’nden Prof. James Russel başkanlığında kazı ve restorasyon çalışmaları şeklinde 1998 yılı sonuna kadar sürdürülmüştür. Yapılan kazılarda çıkan buluntular arasında balıkçı aletleri, inşaat, terzi, çömlekçi aletleri, sikkeler, kurşun mühür, kantar ağırlığı, dokuma aletleri, anahtar, kilit, oyun ve eğlence aletleri, usturalar, makyaj malzemeleri, kolye, küpe, bilezik, altın kemer tokaları sayılabilir.

 

Anemurium’da ilk yerleşimin ne zaman başladığı bilinmemektedir. Kentin adı bir liman listesinde geçtiği için onun İÖ 4'üncü yüzyılda var olduğu söylenebilmektedir. İS 1'inci yüzyılda gelişmeye başlayan Commagene Krallığı’nın bir bölümü olan Anemurium ‘da Kral IV. Antiokhos'un sikkelerinin basıldığı bilinmektedir. Kenti çevreleyen surlar bu dönemde yapılmıştır. Antik kent zikzaklı sur duvarlarıyla çevrili olup, kale içindeki yerleşim tepeden denize inen bir duvarla ikiye ayrılmıştır.

Kıbrıs’a yakın olması nedeniyle, özellikle Roma Dönemi’nde ara istasyon konumunda olan Anemurium, karayoluyla önemli Roma kentlerinden biri olan Germaniopolis ile bağlantılıdır. Bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştur. Şu anda ayakta kalan şehrin önemli yapıları da bu dönemden kalmadır.

Şehrin bu parlak dönemi İ.S. 260 yılında Pers ordularının eline geçmesiyle son bulmuştur. Anemurium daha sonra 5'inci yüzyılda Isauriallılar’ın eline geçmiştir. Isaurialı Zenon döneminde şehir refaha kavuşmuş ve bu durum 6'ncı yüzyıla kadar sürmüştür. Bu döneme ait kiliselerle birlikte iki küçük hamam kalıntısı bulunmaktadır. 7'nci yüzyılda Arap akınlarına uğrayan kent bu tarihten sonra tamamen terk edilmiştir.

Toplam 1,5 kilometre uzunluğundaki surların inşasında yörenin mavi kireç taşı kullanılırken, Hellenistik Dönem’e ait gözetleme kulelerinde beyaz renkli taş kullanılmıştır. Odeon’un kuzeyinde yer alan tiyatronun yamaca dayalı oturma yerlerinden iz kalmazken çevre duvarlarının bir kısmı görülebilmektedir.

İki girişi bulunmaktadır. Girişler kemer ve tonozlarla desteklenmiştir. Tiyatro'nun karşısında yer alan odeon, dikdörtgen planlı ve iki girişlidir. Yarım daire şeklindeki oturma yerleri yaklaşık 900 kişiliktir. Oturma gurupları altındaki kapılar, tonozlu ve mozaikli koridora girişi sağlamaktadır. Bu koridor orkestraya bağlanmaktadır. Yapı İS 2'nci yüzyıla tarihlenmektedir. Halk Hamamı tiyatronun batısında yer almaktadır. Ören yeri içerisindeki en büyük hamam yapısıdır ve iki katlıdır. Üç ısınma holü ile iki yüzme havuzu bulunmaktadır. Alt katta tonozlu mekanlar yer alırken yapı içinde yatay künk su dağıtım sistemleri görülebilmektedir. Geometrik desenlerle bezeli taban mozaiğinden ise çok azı kalmıştır. Nekropol alanı ile deniz arasında kalan ikinci bir hamam daha bulunmaktadır. Bu hamam üç sahandan oluşmaktadır. İç mekanlarında ve ön sahanın tabanında mozaikler bulunmaktadır. Gymnasion odeonun güneybatısında yer almaktadır. Bütün tabanı geometrik desenlerle süslenmiş mozaiklerle kaplıdır. 100 metre uzunluğunda üç tarafı stoalarla çevrili ve yaklaşık bin metrekarelik bir alanı kaplamaktadır.

Kentin kuzeyinde, doğu-batı yönlü olarak iki sıra halinde yapılmış su kemerleri yer almaktadır. Bunlardan üst sırada yer alanı daha basit tarzda inşa edilmiştir. Anemurium ören yerine ait nekropol alanı Elaiussa-Sebaste gibi bölgede en iyi korunmuş alanlardan bir tanesidir. Yaklaşık 350 adet mezar bulunmaktadır.


Adamkayalar

On bir ayrı çerçeve içerisinde yer alan Adamkayalar kabartmalarının yamaçtaki kompozisyonları içerisinde en sık yinelenen figürler, dört ölü ziyafeti sahnesine ait olanlardır. Bu sahnelerde ölüler ya yalnız ya da eşleri ve oğulları ile beraber gösterilmişlerdir. Adamkayalar kabartmalarında ölülerin oğulları ve ayrıca iki erkek kabartması, asker olarak işlenmiştir. Bu kabartmalardan ölü ziyafetlerinin yer aldığı yamacın orta kesimine yakın yerde, alttaki platform seviyesinin hemen üstünde bir sunak taşı ile solunda bir adam, sağında bir kadın figürü ve bu figürün sağında, oturarak ayin yapmak amacıyla kaya içerisine oyulmuş beş basamaktan oluşan bir kompozisyon yer almaktadır.

Başka bir kabartmada, bir adamın sol eliyle bir keçiyi boynuzlarından tutarak getirdiği diğer elinde bir üzüm salkımı taşıdığı görülmektedir. Adamkayalar’daki veda sahnesinde de ayakta duran ve ölmüş olan kişiyi temsil eden erkek, oturur vaziyette gösterilmiş karısıyla el sıkışmaktadır. Bu kabartmaların oluşturduğu kompozisyonların içerisinde fonksiyonu henüz tam olarak bilinemeyen paltolu bir adamla, elinde bir eşya taşıyan başka bir adama ait figürün oluşturduğu iki kabartma daha bulunmaktadır. Adamkayalar kabartmaları, sahnelerin altında bulunan yazıtların (bu yazıtlarda ölen rahiplerin adlarının yazıldığı anlaşılmıştır) incelenmesi sonucunda İÖ 2'nci yüzyıla tarihlendirilmiştir. Kabartmalara inmeden sağda bulunan tepenin zirvesinde yer alan ve pek de tanınmayan ören yeri içerisinde bir kule yapısı, köşeli planlı veya düzgün bir şekli olmayan, içleri tek veya çapraz kemerli olan mekanlar yer almaktadır. Genellikle poligonal duvar örgü sistemi görülmektedir. Çok sayıda lahitin varlığı dikkat çekmektedir.


Soli Pompeipolis

MÖ 6'ncı yüzyıl ortalarından başlayan ve Büyük İskender’e kadar süren Anadolu’daki Pers egemenliği Soli için de geçerlidir. Ancak MÖ 5'nci yüzyılda kentte sikke basılması kentin bir ölçüde özerkliğini koruduğunu yansıtır. Soli liman kenti, Hellenistik Dönem'de Seleukos egemenliği altındayken parlak bir dönem yaşar. Seleukos yönetiminin MÖ 1'nci yüzyılda zayıflamaya başlamasıyla Soli için de zor günler başlar. Armenia Kralı Tigranes, kenti yağmalatıp, halkını göçe zorlar. Romalı komutan Pompeius’un bölgedeki karışıklığa bir son vermek için MÖ 67’de yaptığı reformlarla dağdaki korsanların bir bölümü nüfusu azalan Soli’ye yerleştirilir. Grekçe Soloi ile başlayan, Latince Soli olarak kullanılan kentin adı, bu olaydan sonra Pompeiopolis (Pompeius’un kenti) olarak değiştirilir.

Roma yönetimi ile birlikte kent yeniden canlılığa kavuşur. Roma İmparatoru Hadrianus MS 130’da Anadolu’ya yaptığı gezi sırasında artık Roma’nın bir eyaleti olan Cilicia’ya da gelir ve Soli’deki liman çalışmalarına parasal destek verir. Soli, Hıristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezidir. Ancak 525’te büyük bir depremle zarar görür ve 7'nci yüzyılda da Arap akınlarıyla karşı karşıya kalır.

Günümüze ulaşmamakla birlikte 19'ncu yüzyılda Soli’ye gelen Avrupalı gezginler, kentte tiyatro, tapınak, hamam gibi yapıların ve nekropolis’in bulunduğundan söz ederler.

Sütunlu Cadde: Bugün caddede toplam 33 sütun ayaktadır. Bunlardan 4’ü batı 29’u doğu sütun dizisine aittir. Korinth düzenindeki sütun başlıklarından bazıları figürlüdür. Ayrıca bazı sütunların üzerindeki yazıtlardan, caddeye bakan konsollarının Roma imparator ya da üst düzey yöneticilerinin büstlerini taşıdığı anlaşılmaktadır.

Soli Höyük: Höyük yaklaşık 22 metre yüksekliğinde ve 300 metre çapındadır. Tepe üzerinde yapılan yüzey araştırmalarında Erken Demir Dönemi’nden, Roma Dönemi’ne kadar tarihlenen keramik parçaları bulunmuştur.


Antik Liman: Kalıntılarının bir bölümü bugün de görülebilen liman, birbirinden 200 metre aralıklarla düzenlenmiş iki dalgakırandan oluşmaktadır. Bunlardan batıdaki daha iyi korunmuştur. Büyük kalker blokların, demir perçinlerle tutturulduklarını gösteren izler halen görülebilmektedir. Batıdaki dalgakıranın batısı kum yığıntısı ile dolmuştur. Yapılan ölçümlere göre korunmuş olan uzunluğu 160 metre, eni ise 23 metredir. Yapı malzemesi olarak kullanılan kalker taşların yaklaşık olarak uzunluğu 160 santim, eni 60 santim ve derinliği 60 santimdir. Doğudaki dalgakıranın çok azı kaldığı için ancak 40 metre kadarı ölçülebilmiştir. Antik Dönem'e ait liman kalıntısı gözle görülebilen ender ören yerlerinden birisidir. Çünkü bu bölgedeki limanlar daha çok doğal konumları itibarı ile kullanılmışlardır.

Alahan Manastırı

Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor." diye anlattığı Alahan Manastırı, Mersin-Karaman karayolu üzerinde Geçimli Köyü civarındadır. 1300 metre yükseklikte ve Göksu Vadisi'ne bakan dik bir yamaca oturtulmuştur.Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya'da (Konya) yayılması sırasında bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması ve inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu, Hz. İsa'ya inananları dağlık bölgelerdeki mağara kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır. St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyanlık öncülerinden Barnabas ile birlikte Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmıştır. İşte bu iki Hıristiyan Aziz'in gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına mabetler yapılmıştır. Alahan Manastırı da bunlardan biridir.440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastır Külliyesi; Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları Ayasofya ile ortak mimari özellikleri taşımaktadır.Süslemesinde usta bir taş oymacılığı görülür. İlk kilise korint başlıkla iki dizi sütunla üç nefe ayrılmıştır. Narteksten ana mekana geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür. St. Paul ve St. Pierre figürlerinden başka, bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri zengin bir şekilde tasvir edilmiştir. Kiliselerin doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinsel törenlerin yapıldığı dehliz 11 metre uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir. Galerinin ortasında kalabalık kabartma süsleme ile her yanı işli büyük bir niş bulunmaktadır. Galeride apsisli vaftizhane ve karşısında Alahan Manastırı'nın en görkemli yapısı olan mezarlar bulunmaktadır. Bu mezarların kuzey duvarı kayaya yontulmuştur, üst örtüsü yoktur. Ana nefin ortası ilginçtir. Burası paye ve sütunlara oturan dört kemerle örtülü kare planlı bir kule biçimindedir. Kule yukarıda sekizgene dönüştürülmüştür. Kapı çerçevesi süslüdür.

Uzuncaburç

Hellenistik Dönem’de merkezi Uzuncaburç’un 4 kilometre doğusundaki Olba Territoriumu’nun ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma Dönemi’nde, 72 yılında İmparator Vespesianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diokaesareia (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basan kent durumuna gelmiştir. Bizans Dönemi’nin ardından Türkler buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun (Hellenistik Kule’nin) ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir. 

Sütunlu Cadde 

Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde, Zeus Tapınağı’nın yanında kent kapısından gelen diğer bir Sütunlu Cadde ile kesişmekte ve Tyche Tapınağı’nda son bulmaktadır. İS 1'inci yüzyıldan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmıştır. Mimari parçalarının çoğu da yok olmuştur.

Tören Kapısı

İS 1'inci yüzyıldan kalma Tören Kapısı her biri 1 metre çapında ve 7 metre yüksekliğinde Korinth başlıklı sütunlarıyla heybetli bir yapıdır. Yarısı yıkılmış olan tören kapısının beş sütunu ayaktadır. Soli-Pompeiopolis ören yerindeki gibi sütun gövdelerinden çıkan konsolların varlığı bunlar üzerinde heykeller bulunduğunun kanıtlarıdır.


Zeus (Olbios)Tapınağı

Tören kapısından sonra antik çeşmeyi geçince Sütunlu Cadde’nin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağı’na ulaşılır. I. Seleukos Nikator tarafından yaptırılmış olduğu düşünülen Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı Korinth tarzında tek sıra 36 sütunla çevrili, peripteros planlı, en eski tapınaklarından biri olarak, sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık Dönemi’nde, 5'inci yüzyılda yapılan değişikliklerle kiliseye çevrilmiştir. Cellası yıkılıp sütun araları örülmüş ve buralara kapılar konulmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.

Tyche Tapınağı

Sütunlu Cadde’nin bitimindeki tapınak İS 1'inci yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Beşi ayakta olan, 6 metre yüksekliğindeki yekpare altı sütunun taşıdığı arşitravdaki yazıt, tapınağın kentin soylularından Oppius ile karısı Kyria tarafından yaptırılıp kente armağan edildiğini bildirmektedir.


Zafer Kapısı

Güney-kuzey istikametindeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük, yanlarında ise iki küçük kemerli girişi vardır. Üzerindeki yazıtta, depremden zarar gören kapının Roma İmparatorları Arcadius (İ.S. 395-408) ile Honorius (İ.S. 395-423)’un birlikte yönetimleri sırasında onarım gördüğü yazılıdır.

Tiyatro

Burada bulunan bir yazıttan Roma İmparatorları Marcus Aurelius (İS 161-180) ile Lucius Verus’un (İS 161-169) birlikte yönetimleri sırasında, yani İS 2'inci yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.


Hellenistik Anıt Mezar 

Beldenin güneyindeki tepe üzerinde yer alan anıt mezarın dor biçimindeki mimarisi yörede tektir. Piramit çatılı, 15 metre yüksekliğindeki mezar anıtı 5.5x5.5 metre ölçülerinde kare planlıdır. Seleukoslar’ın veya Olba Krallığı’nın yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.

Hellenistik Kule

Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan beş katlı kule 16x13x23 metre ebatlarındadır. Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar tehlike anında bölge halkının sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak da kullanılmaktaydı. Kapı üzerindeki yazıttan İÖ 3'üncü yüzyılın ikinci yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu Vali Petronius Faustinus’un emriyle İS 3'üncü yüzyılın sonlarında onarım görmüştür. Sikkelerin üzerinde tasvir edilen bu gözetleme ve barınma kulesi yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur.


St. Paul Anıt Müzesi

St. Paul Anıt Müze binası Ortodoks Arap-Rum Cemaati tarafından 1850 tarihinde yaptırılmıştır. 1993 yılına kadar farklı amaçlı olarak kullanılan taşınmaz 1994 yılında Kültür Bakanlığı'na tahsis edilmiş ve St. Paul Anıt Müzesi olarak adlandırılmıştır. St. Paul Müzesi ve çevresinde 1997-2001 yılları arasında restorasyon çalışmaları yapılmıştır. Restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları tamamlandıktan sonra yapı, St. Paul Anıt Müzesi olarak 2001 yılında ziyarete açılmıştır.

Üç nefli dikdörtgen plana sahip kilisenin orta nefinin tavanında Hz. İsa, İncil yazarları YohannesMattiosMarcos ve Lucas ile bir göz motifi ve bir kuş figürünün freskleri bulunmaktadır. Apsisin üst kısmında yer alan pencerenin iki yanında ise manzara ve melek tasvirleri yer almaktadır. Kilisenin kuzey doğu köşesinde çan kulesi mevcuttur.

St. Paul Anıt Müzesi'ne ziyarete gelen yerli ve yabancı gruplar dini ayinler de gerçekleştirmektedirler. Aziz Paulus, Hıristiyanlık dininde çok önemli biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen Paulus MS 3 yılında Tarsus'da doğmuştur. Baba mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla ilgili öğrenim görmesi için Kudüs'e gönderimiştir. Doğduğu kent olan Tarsus'a döndüğünde çifte vatandaşlık hakkını elde etmiş yani hem Tarsus hem de Roma vatandaşı olmuştur. MS 34 yılına doğru yeniden Kudüs'e gitmiştir. Hıristiyanlık dinini yaymaya ve öğrenim görmeye devam etmiştir.

Bu arada Antakya'da Hıristiyanlık öncülerinden Barnabas ile Hıristiyanlık konusunda çalışmalar yapan din adamı, Saul olan adını Roma adı olan Paulus ile değiştirmiştir. MS 36 yılında hiç ummadığı bir anda İsa ile karşılaşmış, bu karşılaşma sonrasında İsa'nın yolunda ilerleyeceğini açıklamış ve Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrenmiştir. Tarsus'a döndüğünde Hıristiyanlık çalışmalarına devam Paulus bir Hıristiyan topluluğu kurmuştur. MS 43 yılında Barnabas'la yeniden karşılaşan Paulus, Hıristiyanlığa inananları ziyaret için tekrar Kudüs'e gitmiştir. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinsel görevine Silas ve Timetheos adlı din adamları ile devam etmiştir. Suriye, Kilikya, Anadolu, Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire gibi yerlerde bulunmuştur. Bazı söylentilere göre; tutuklanan Paulus'un MS 62 yılında serbest bırakıldığı, bazı söylentilere göre ise de MS 66'da idam edildiği iddia edilmektedir.


Silifke Kalesi

Temel tespitlerine göre Helenistik veya Erken Roma Dönemi’ne ait olduğu anlaşılan Silifke Kalesi, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Orta Çağ kalesi görünümündedir. Silifke’ye hâkim, 185 metre yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan, etrafı kuru hendekle çevrili, oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, XVII. yüzyılda Silifke Kalesi’nin 23 burcu olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların bir kısmı ve kalenin içi tamamen yıkık durumda olduğundan tam tespitini yapmak mümkün değildir. Kalede halen görülebilen 10 adet burç mevcuttur. 


Kleopatra Kapısı

Bizans Dönemi'nde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken bu kapı için İskele Kapısı ismini takmıştır. Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 metre derinliği ise 6.18 metredir. Tarsus'un 18.'nci yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır. Mısır'ın ünül kraliçesi Kleopatra'nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule'de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısı'ndan şehre geldiği söylenir. Bu nedenle Deniz Kapısı'na Kleopatra Kapısı da denir.


Tarihi Tarsus Evleri

Zengin bir geçmişe sahip olan Tarsus’ta, tarihi canlı tutan Tarihi Tarsus Evleri günümüzde önemini korumaya devam etmektedir. Taş, kerpiç ve ahşap kullanılarak hazırlanan tarihi Tarsus evlerinin alt katı ambar, üst katı ise yaşam alanı olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır. Çukurova’da yetişen pamuk, hacimen çok yer kapladığından, evlerin ambar kısmında muhafaza edilir. Yıllar içinde bu yapılara ihtiyaçlar doğrultusunda banyo, mutfak gibi eklemeler yapılmıştır. Yüksek duvar ve avlu, geleneksel Tarsus evlerinin özelliklerinden bazılarıdır. Günümüzdeki sağlıklaştırma çalıştırmaları ile bu yapılar yenilenerek Tarsus’un tarih kokan sokaklarında, görsel zenginliği ile filmlere ve dizilere ev sahipliği yapmakta, butik otel, cafe, restaurant vb. mekanlarla yaşamaya devam etmektedir.


Eshabı Kehf 

Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15 - 20 merdivenle inilir. Eshab-ı Kehf Mağarası'na ait bir efsane halk arasında anlatılır; "Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır."

Halk arasında Ziyaret Dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topografik görünümü itibariyle doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 metrekare büyüklüğünde 10 metre yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit yaptırılmıştır.


Dostlar biliyorum çok uzun bir yazı oldu ama bazı yerleri çıkarmak zorunda kaldım :( Mersin Merkez'de, Tarsus'ta ve Silifke de yaşamış biri olarak yazarken çok keyif aldım. Yalnız bu yazıyı yazan kör oldu :) Hatta turistik olarak Mersin'in birçok sahili, koyu dünya standartlarında onları artık başka bir yazımda yazmak zorunda kalacağım. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Değerli yorumlarınızı bekliyorum,
Saygılarımla.

BULB: The Future of Social Media in Web3

Learn more

Enjoy this blog? Subscribe to Ceteris Paribus

9 Comments