Mars'a Nasıl Kaçırıldım: Bir Türk Uzay Macerası

G44q...K1Nz
17 Jan 2024
96



Merhaba Karasakal Korku Kulübü'nün cesur ve korku sever üyeleri!
Bu karanlık gecede, sizleri koltuklarınızın kenarına çekip, gizem dolu bir dünyaya davet ediyorum. Bugün, karanlıkta gizlenen korkularımızı bulmak, cesaretimizi sınamak ve belki de içimizdeki keşfetme arzusuyla yüzleşmek için buradayız. Karasakal Korku Kulübü'nün sıra dışı üyeleri olarak, bilinmeyene meydan okumaya ve dehşet dolu anlara tanıklık etmeye hazır mısınız?
Gecenin sessizliği içinde, gizemli bir kapıyı aralayacağız ve ardında yatan karanlık sırları çözmeye cesaret edeceğiz. Unutmayın, korku bazen bize gerçek kimliğimizi gösterir ve en derin karanlıklarda bile aydınlık bir umut bulunabilir. Şimdi, gözlerinizi kapatın ve Karasakal Korku Kulübü'nün kapılarını aralamaya hazır olun.
Bu gece sizlere, ülkemizin kahramanlarından biri olan Emekli Binbaşı Ali Kocaer'in kendi dilinden benzersiz bir hikaye anlatacağım. Lakin çok uzun olduğu ve ilgilinizi kaybetmemeniz için 2 kısma ayırdım. Dikkatli okuyun Korku sever dostlarım sanki o günden bu güne ışık tutuyor Binbaşı Ali Kocaer.

Merih'e Nasıl Kaçırıldım?



Merih'e Nasıl Kaçırıldım? Emekli Binbaşı Ali Kocaer'in yazmış olduğu hayal mi gerçek mi olduğu belli olmayan hikaye...
Emekli Binbaşı Ali Kocaer’in kitabından…
ÖNSÖZ
Bu küçük hikaye bir hayal mahsulü değildir.
Yaşanmış, gerçek bir hikayedir. Esasen Merih’e seyahatle ilgili hatıralarımı okurken gerçek hikaye deyişimi her sayfayı çevirişte daha iyi anlayacaksınız. Bizim yeryüzü insanlarının teknik yapıları yıldan yıla gelişmekte ve türlü icatlarla fezanın fethine çalışılmakta olduğu malumdur. Bugün Ay’a ulaşmanın bir şey ifade etmeyeceğini Merih’e ait bilgileri okumakla öğrenecek ve Dünya insanlarının uzun asırlar boyunca kendi kendileri ile boğuşmaları yüzünden Fezayı fethetme yolunda ne kadar geç kaldıklarını esefle karşılayacaksınız. Hele böyle giderse şu şeytani icatlar ve tehlikeli oyuncakların Dünya ve insanlığın mahvına sebep olacağı aşikardır.
İnsanoğlunun, her şeyden önce Halik’e ve onun yüce kudretine olan inançla çalışmaya başladığı zaman, vücut bulacak mucizevi icatlar ve tekniğin baş döndürücü hızıyla kainatın koynunda saklı nice muhteşem dünyalara ulaşması mümkün olacaktır.


Hikâye:
14 Temmuz 1951
Bu, benim Toros Dağlarına tırmanışımın ilk kısa hikayesi. İçimde beni oralara çeken müthiş bir istek vardı. Tam yedi kere Göller Yöresine tırmanışım oldu. O sabah, erkenden kalkarak hazırlığımı yaptım. Atıma atladığım gibi doğru Ramiz Ağanın ağılına vardım. Oradan yaya olarak yükseklere tırmanmaya başladım. Artık o keçi yolları ve sarp kayalıkların yabancısı değildim. Öğle üzeri Göller Yöresine ulaştım. O güne kadar hava şartlarından dolayı tepeye çıkmak kısmet olmamıştı. Ne olursa olsun tek başıma çıkmaya karar verdim. Bu azimle beraber tepeye yakın olan gölün yanına vardığımda birden başımın üstünde kulaklarıma uğultusu akseden, acayip bir makine sesi duydum.
Olduğum yere mıhlanıp kaldım. O an da başımı kaldırdığımda yuvarlak sürekli dönen bir küre gördüm. Kürenin yarısı ve yere doğru olan kısmı ise çok parlaktı. Bu parlaklık sarı, mavi, pembe, beyaz renklerle hareleniyor, uzak ve yakın mesafelere göre ayarlanabiliyordu. O gün yanımda hafiflik olsun diye bir bıçak, bir tabanca, içinde kumanya bulunan küçük yan çantası ve ayrıca yedi metrelik ip bulunuyordu.


Ben mıhlanıp kaldığım yerde; “Allah’ın dediği olur başa gelen çekilir bakalım bu neyin nesidir…” diye o parlak cisimden gözümü ayıramadım. Az sonra o küre, elli adım kadar ileride göle yakın iki kaya arasında ki bir boşluğa kondu. Fakat konarken tam alt kısmından takriben üç metre kadar ve on santim boyutunda üç kuvvetli çelik boru çıktı. Bu çelik ayakların alt kısımları yerde tutunmayı sağlayacak şekildeydi. Çelik borular üzerindeki kürenin gövdesi ise üç metre yakındı. Kürenin bütün ışıkları sönerek beyazımtırak bir duruma girdi. Ve öylece sessiz bir halde karşımda duruyordu. Bende tarif ettiğim bu şekle hayretle bakıyordum. Kürenin içinden beni gözledikleri muhakkaktı. İlk korku ve heyecanı bir anda atlatmıştım. Esasen, Allahtan korkan hiç bir şeyden korkmaz inancı ile gayet mütevekkil bir vaziyette seyrediyordum. Böylece iki üç dakika geçtiğini zannediyorum.
Birden o cisme karşı tebessüm etmeyi selam vermeyi daha uygun buldum. Ve elimi birkaç kere başıma doğru götürüp indirdim. Çünkü, yanımdaki silahla ona bir şey yapamayacağımı derhal anladım. Hatta oradan kaçıp kurtulmama katiyen imkan yoktu. Beni adeta büyülemişti. İşte bu durumdayken birdenbire küre, tekrar bir vınlama sesiyle çalışmaya ve o hareli renkleri neşretmeye başladı. Bir anda üzerime doğru gözlerimi kamaştırıcı bir şekilde aralıklı ışık huzmeleri çarptı. Bu hal belki üç saniye bile sürmedi. Kendimi kaybettiğimi hatırlıyorum.
Gözümü açtığım zaman o yedi göl ve tırmanmak istediğim ve o güne kadar üzerine çıkamadığım Demirkazık Tepesi altımda gözüküyordu. Fakat yüzümde bir maske, üzerimde şeffaf bir elbise bulunuyordu. Elbisenin pantolon kısmı ayak bileklerime kadar iniyordu. Ayakkabılarım, kayalara iyi tutunsun diye giydiğim alt lastik fotindi. Onların da üzerine amyant gibi beyaz yumuşak patik şeklinde bir cisim geçirilmiş ve ayak bileğimin dört parmak üzerinde büzgeçlenmişti. Ellerimde de aynı beyaz renkli cisimden bir eldiven bulunuyor, bu eldiven dirseklerime yakın yerde büzgeçleniyordu. Kendimi şöyle bir yokladığımda üzerimden hiç bir şeyin alınmadığını hissettim.


Az sonra Türkiye denizleri ve dağlarıyla pek uzak kaldı. Sonra kıtalar ve okyanuslar göründü. Nihayet altımda masmavi bir yuvarlak belirdi. Anladım ki bu bizim Dünya. Bir müddet geçince o da bir yıldızdan farksız oldu. Müthiş çok müthiş bir hızla fezanın sonsuzluğu içinde kayıyordum. Artık dünyayı unutmuş gidiyor, bu gidişle son derece haz duyuyordum. Gökler yükseldikçe renk değiştiriyordu. İşte bu temaşa zevki içindeyken yavaş yavaş önümde bir hayal belirdi. Birkaç saniye içinde bu hayal tebessüm eden bir insandan başkası değildi.
Lakin benim başımın iki misline yakın kafası, büyük kulakları, yuvarlak ve kafaya nazaran küçük bir burun, çok ince dudaklı bir ağız, içeriye girmiş parlak altın sarısı küçük gözler, beyaz pembe renkte sıhhat ifade eden bir yüz. Boy bir buçuk metreden biraz fazlaydı. Kravatsız bir ceket, aynı renk dar pantolon giymiş olan bu insan iki metre kadar ilerimde durdu. Çehresinde benden çekinme diyen bir ifade ve tebessüm vardı.İki elini yanlardan alnına götürüp, parmak uçlarını alnının üst kısmına değdirerek biraz eğilmek suretiyle selam verdi. Ben de aynı selamı taklit ettim. O dönüp gitti. Aynı yerde ikinci bir kimse karşıma çıktı. Bu biraz daha uzun boylu olup birincisine hemen hemen benziyordu. O da tebessümle bakıp aynı selamı verdi. Ben yine mukabelede bulundum. O da dönüp kayboldu. Orada bir üçüncü şahıs göründü. Az sonra bulunduğum zeminle birlikte 180 derece kadar döndüm. Tanışmış olduğum üç adamın yanına vardım. Anladım ki bu küçücük hava gemisinde 4 kişiden fazla değiliz.
İçinde bulunduğumuz kürede öyle karma karışık cihazlar yoktu. Kürenin çevresinde beş adet ayrı şekillerde saat biçiminde aletler vardı. Bu aletler yuvarlak, kare, dikdörtgen, altıgen ve Türk Bayrağındaki yıldız biçimindeydi. Hepsi de ayrı ayrı renklerde ışık veriyor, üzerinde ibreler ve acayip yazılar; bilhassa eski Uygurcaya benziyordu.
Sonra da her üçü önce mavi ardından sarı haplardan ikişer adet yuttular. Biraz durduktan sonra da birer adet beyaz hap aldılar. Bana da önümdeki hapları göstererek al dediler. Ben de mavi ve sarı haplardan arka arkaya birer tane yuttum. Bir adette beyaz hap aldım. İlk mavi hap hafif tuzlu, ikinci sarı hap ise gayet lezzetli azotlu bir besini andırıyordu. Üçüncü beyaz hap ise, çok güzel ve muz ihtiva eden bir kokusu olup, oldukça tatlı idi. Bu son hapı alınca içimde fevkalade bir ferahlık duymaya başladım. Artık yemek faslı bitmişti.


Beni hücreye kapatmalarının bir sebebi olmalıydı… Bunu da anlamakta gecikmedim. Baktım ki bu adamların dokundukları yerde beyaz parlak izler hasıl oluyor. Işık şeklindeki bu beyazlıklar biraz sonra kayboluyordu.
Bu beyazlığın radyo aktivite olduğu şüphesizdi. Adamlar bizim dünya insanlarına nazaran radyo aktivite neşrediyordu. Her şeyleri otomatikti. Kendi ırklarından olmayanları radyo aktivite tesirinden korumasını biliyorlardı. Ben hücre içinde konuşulanları duymuyordum. Zaten çok fazla konuşmuyorlardı.
Yemekten sonra tatlı bir müzik sesi başlamıştı. Bu ses hücrenin kubbe kısmından hafif hafif duyuluyordu. Nihayet beni hücreye kapatan şahıs eline maske alarak giy diye işaret yaptı. Ben de maskeyi alıp başıma geçirdim ve fermuarını çektim. Buna rağmen yanıma gelip iyi takıp takmadığımı kontrol etti. Müteakiben bir düğmeye basarak beni hücreden çıkardı. Hatta o hücre de ortadan kalktı. Şimdi çalan müziği daha iyi duyuyordum. Müzik biraz da bizim Mevlevi müziğine benziyordu. Bir müddet geçince Şef, “ZETÜBİYER.” diye seslendi. Her üçü de vazifelerinin başına geçti, artık benimle meşgul olmuyorlardı. Yukarıda karşımıza gelen tarafta yeşil, sarı renkte bir küre göründü. Yarım saat geçmemişti ki küre büyüdü büyüdü… Küçücük hava taşıtımız inişe geçti ve yavaş yavaş alçalmaya başladı. Ben bu sarı ve yeşilliklerin ağaç ve küçük bitkiler olduğunu gördüm.
Biraz sonra da yeşillikler ortasında ve ağaçların arasında en yükseği beş katı geçmeyen binalar gözüme ilişti. Burası bir şehirdi. Biz bu evlerin çok geniş taraçalarından birine konduk. Beni derhal indirmek için hazırlığa başladılar.


O an da taraça üzerinde, misafiri bulunduğum bu yeni dünyanın kadınlı erkekli insanlardan büyük bir topluluğun hayretle etrafımı sardığını ve tecessüsle beni seyrettiklerini gördüm. Boyum onlarınkinden çok çok uzundu. Büyük bir dikkatle onları seyrediyordum. Sonra, yanıma yol arkadaşlarım geldi, onları iyice tanıyordum. Beni alarak biraz ötede bir kabineye girdik. Oradan döne döne çabucak aşağıya indik. Bulunduğumuz yerin bir ilim merkezi olduğu göze çarpıyordu.

Evet korku sever, maceraperest Karasakal Korku Kulübü takipçileri bu akşamlık Binbaşı Ali Kocaer ile olan yolculuğumuz şimdilik burada son buluyor ama bizleri bekleyen daha büyük gizem ve esrarengizliklerle dolu tamamlanmayı bekleyen bir hikaye var. Gecenin karanlığında, Binbaşı Ali'nin ve Karasakal Korku Kulübü üyelerinin kaderi, esrarengiz bir olayın pençesine düştü. Ancak, bu sadece başlangıçtı. Korkunun ve gerilimin yeni bir seviyeye taşındığı bu noktada, hikayenin ikinci bölümü için hazır olun. Kapatılan kapıların ardında, beklenmeyen korkular ve çözülmemiş sırların sizi beklediğinden emin olabilirsiniz. İkinci kısım için buluşmak üzere...



________________________________________________________________________________________________


Merhaba, karanlık dünyaya hoş geldiniz ben @Karasakal ve burada, korku dolu dünyaların kapılarını aralayarak sizi gizemli ve ürkütücü bir yolculuğa davet ediyorum. "Karasakal" adlı
Cos.Tv de korku hikayeleri anlattığım kanalım : https://cos.tv/channel/33717931502117888
kanalımda, geceye dair esrarengiz hikayeleri anlatıyor, karanlık köşelerin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

👻 Hikayeler ve Mitoloji: Efsanevi yaratıkların, karanlık geçmişlerin ve unutulmaz karakterlerin arasında kaybolun. Mitolojik öğelerle bezeli hikayelerle sizi büyüleyeceğim.
🌌 Gizem ve Gerilim: Kayıp kasabaların, terk edilmiş evlerin ve hayaletli mekanların sırlarını keşfedin. Gerilim dolu anlatımlarla kalbinizin ritmini hızlandıracağım.
🕵️ Korku Sever Topluluğu: "Karasakal" ailesine katılarak, korku severlerin bir araya geldiği bu benzersiz topluluğun bir parçası olun. Sizden gelen yorumlar ve önerilerle bu karanlık yolculuğa birlikte devam edelim.
📅 Yeni Hikayeler Her Hafta: Her hafta sizi farklı bir korku hikayesiyle buluşturuyorum. Yeni bölümleri kaçırmamak için kanalıma abone olmayı ve bildirimleri açmayı unutmayın!
Karanlık dünyaları keşfetmeye hazır mısınız? "Karasakal" ile gerçek korku hikayelerinin dünyasına adım atın. Kemerlerinizi sıkı tutun, çünkü bu yolculukta sizi bekleyen bilinmeyenlerle dolu!
* Buradan tekrar belirtmek isterim ki tüm yorumlarınıza cevap veremesem de hepsini okuyorum.



BULB: The Future of Social Media in Web3

Learn more

Enjoy this blog? Subscribe to Karasakal

5 Comments