LEYLÂ VE MECNÛN HİKÂYESİ - 4

yGRq...EdcL
7 Feb 2024
27


Babası Mecnûn’un ne vakit söylediklerini işitti, o vakit anladı ki oğlunun bu aşk belasından kurtulacağı yoktur. İhtiyar ne kadar ağlayıp inlesede artık ümidi kalmamış ve ne yapacağını bilmez haldedir. Mecnûn ise tek başına Leylâ’nın olduğu yöne doğru kendisini çöllere vurur. Yolda ulu bir dağa rastlar. Bu dağ birçok hayvana mesken olmakta, eteğinde lale bahçeleri yayılmakta, yüreğinden akıp giden çağlayanlar denize kavuşmaktadır. O dağı kendi gibi dertli gören Mecnûn bir müddet orada dağla dertleşir. Ardından tekrar yola koyulan Mecnûn bir avcının tuzağına düşmüş bir ceylan yavrusuna rastlar. Ceylanın haline gözyaşı döken Mecnûn avcıdan ceylanın canını bağışlamasını ister. Adam geçimini avcılıkla sağladığını belirtmesi üzerine Mecnûn neyi varsa hepsini avcıya verir ve ceylanı kurtarır. Ceylanla bir müddet yüzyüze gözyaşı döken Mecnûn, ceylanın kendisine çölde yoldaş olmasını ister. Gözleriyle Leylâ’yı hatırlatan ceylan, Mecnûn’a hem teselli hem de dost olur. Bir müddet yol alan Mecnûn yine bir avının tuzağına takılmış bir güvercin görür, kolunda taşıdığı bir inci karşılığı güvercini özgürlüğüne kavuşturur. Güvercinle dertleşen Mecnûn, hayalen onu kendi yerine Leylâ’ya ulaşabilir, görebilir şekilde tasavvur eder. Artık hayvanlarla dostluk kuran, vahşi hayvanları dahi etrafında toplayan Mecnûn insanlardan usanmış, kendi gölgesiyle dahi yoldaş olmak istememektedir. Öyle ki kendi yüreğinden çıkan ah alevinin bulutları simsiyah bir şekilde göğü kaplayıp güneşin ışığına engel olsun da kendi gölgesi görünmesin.


Elbette ki bir sakinin mecliste bulunan herkesin hakkına riayet ettiği gibi Leylâ’da aşk şarabının tadına bakmış, o da gam denizinden nasibini almıştır. Artık o Mecnûn gibi bir gam incisini herkesten uzak, denizin derinliklerinde saklayan bir hazine kutusudur. Herkesten uzaklamış, ne bir huzuru ne de bir sevinci kalmıştır. Kendisi yanan bir mum, arkadaşları ise onu neşelendirmeye çalışan, mumun etrafındaki pervaneler gibidir. Leylâ’nın divaneliği kendisine Leylâ dediklerinde ben Mecnûn’um diyecek kadar Mecnûn’dan daha fazladır, arkadaşları her ne kadar da onu eğlendirmeye çalışsalar da o hep Mecnûn’a olan aşkının ateşiyle yanmaktadır. Geceleri insanlardan uzaklaşıp yalnız başına kaldığında yüreğinin gamlarını muma döker. Kendisini mumla özdeşleştiren Leylâ, mum gibi ayağı bağlı, bağrındaki ateşle günden güne erir haldedir. Hatta onun aşkı mumdan daha üstündür. Çünkü kendisi sadece geceleri değil gündüzleri yanmaktadır, mum halk içinde gözyaşlarını akıtıp derdini izhar ederken o hep gamını içinde saklamaktadır. Hem mumun kendi derdini anlatmaya gücü olmadığını gören hem de derdinin ağırlığına dayanamayıp mumun kendisinden kaçmasından korkan Leylâ, yüreğinin sırrını bu sefer pervaneye açmaya karar verir.


Pervaneyle konuşan Leylâ kendi aşkını pervaneden de üstün görmektedir. Çünkü pervane bir ışığa canını feda ederek kurtulmaktayken kendisi gönüllü olarak her daim bitmeyecek bir gam çekmektedir. Ayrıca pervane muma olan aşkını mumun etrafında dönerek halka arz ederken, kendisi aşkını insanlar uzak, gizli yaşamak zorundadır. Pervaneden de umduğunu bulamayan Leylâ çaresizce acısına katlanıp, sabreder.


Herkesin uyuyup gözlerini dinlerdiği gecelerde Leylâ gözyaşlarını akıtır, feryat figan eder, yüreğinin sırlarını bu sefer aya açar. Güneşe olan aşkından halden hale giren ayın, kendisini anlayacağını söyleyerek ondan sevgilisinin nerede olduğunu sorar ve gamlı, dertli halini Mecnûn’a haberdar etmesini ister. Ayın ardından halini melteme açar, üzüntüsünü onunla gidermek ister. Kendisinin artık eskisi gibi bahar görünüşlü olmadığını, sonbaharda düşen bir yaprağa döndüğünden dem vurarak artık sevgilisinin kendisinden hoşlanmadığı endişesini meltemle paylaşır. İşte Leylâ’nın gece ve gündüzü böyle geçip gitmektedir.


Bahar gelip türlü türlü renklerdeki çiçeklerin gökteki yıldızlar gibi yeryüzünü kapladığı bir zamanda annesi Leylâ’nın hüzünlü halinden kurtulup neşelenmesi için Leylâ’yı arkadaşlarıyla kırlara, bahçelere gönderir. Herkes baharın neşvesiyle mutluluk yaşarken Leylâ güllerin Mecnûn’u hatırlatmasıyla hasreti daha da artmıştır ve arkadaşlarının oyun ve eğlencelerine ilgi göstermemektedir. Yalnız kalıp matemini tutmak istemesine rağmen arkadaşları onun yanından ayrılmayarak onu daha çok daralmasına sebebiyet verirler. Leylâ’da bir oyun ile arkadaşlarından uzaklaşıp yalnız kalmak ister, arkadaşlarına çölde dolaşıp kim daha fazla çiçek toplarsa onun en becerikli kişi olduğunu söyleyerek bir oyun başlatır, arkadaşları tek tek yanından ayrılır ve yalnız başına kalır. Yalnız başına kalan Leylâ buluta derdini döker. Sevdada ondan geride kalmadığını belirten Leylâ buluttan kendisi yerine Mecnûn’a gidip gözyaşları içinde halini arzetmesini ister. Ayrılık hasretiyle yanan Leylâ, Mecnûn’a âşıklığın gereğini yapıp maşuğunun dolaştığı yerlerde gezinmesini, vefasızlık yapmamasını, ışığından bir parçasını kendisine salarak kendisini unutmamasını istemektedir. Maalesef ki ayağı bağlıdır, imkanı olsaydı Mecnûn’u bir gölge gibi hayatı boyunca takip edeceğini ifade ederek bir şiir dile getirir. Leylâ şiirinde; öyle bir belaya tutulmuştur ki ne konuşmak ne de haraket etmek istemediğini, derdini kimseye açamadığından ayrılık derdiyle hasta olduğunu, insanların kınamasından dolayı sevdiğine yabancı yabancılara dost olduğunu, hor görüldüğünden dolayı kimseye âşık olduğunu izhar etmediğini, aklının başından giderek âşığının hayalinin nakışıyla yaşadığını ifade eder.


Leylâ böyle gözyaşı döküp inlerken birisinin Mecnûn’un şiirini okuduğunu duyar. Şiirde Mecnûn âşıklıkta, gam çekmekte Leylâ’dan ileri olduğunu anlamaktadır ve şiiri dinleyen Leylâ feleğin belayı ve gamı Mecnûn’a daha çok verdiğini anlar.


Mecnûn dünyevi bütün isteklerden sıyrılarak çölde yaşamaya başlamasıyla ilahi aşk yolunda Leylâ’dan daha çok mesafe almıştır. Leylâ’nın insanların içinde normal hayatına devam etmek zorunda olması Mecnûn’dan geride kalmasına sebebiyet vermiştir. Artık Mecnûn’un aşkı Leylâ’nın aşkından üstündür.


Evine geri dönen Leylâ akan kanlı gözyaşları belli olmasın diye kırmızılar giyinir, başına ahının dumanına uygun menekşe rengi bağlar takar, inlemesi duyulmasın diye ayağına halhallar bağlar, yüzüne gözyaşlarını gizlemek için inciler dizer, incecik beline etekler, ay yüzüne de güzel örtüler takar. Elbette ki böyle güzel kokulu mumlar pervanesiz kalmazdı. Öyle de oldu. Araplar içinde soylu bir aileden kudretli, anlayışı kuvvetli, kendi olduğu gibi hal ve hareketleri de güzel, ismi İbni Selam olan bir kişi vardır. İbni Selam bir gün ava çıkar, yol üzerinde Leylâ’ya rastlar. Onu görür görmez aşk ateşine anında düşer, aşk ateşinden ne canı ne de takatı kalır, mahvolur. Artık iradesini kaybeden İbni Selam ava gitmekten vazgeçerek evine geri döner ve Leylâ’ya kavuşmanın çarelerini düşünür. Sonunda sözü yumuşak birini Leylâ’nın ailesine elçi olarak gönderir. Leylâ’ya kavuşmak için İbni Selam bütün hazinelerini hatta canını onun yoluna dökmeye hazırdır. Leylâ’nın ailesi elçiye olumlu bir cevap verirler. Haberi alan İbni Selam sevinçten hazinesinin kapılarını sonuna kadar açar. Leylâ’nın ise ayağı bağlanır, nişanlanır.


Devam edecek....


Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to Blackcap

0 Comments

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.