ANTALYA'DA GEZİLECEK YERLER

DfXk...YbtS
3 Feb 2024
97

Side Antik Kenti

Antik dönemde Pamfilya’nın en önemli liman kenti olan Side, Antalya’nın 80 kilometre doğusunda, Manavgat’ın 7 kilometre güneybatısında bulunan 350-400 metre genişliğinde bir yarımada üzerinde kurulmuştur.

Side MÖ VII. yüzyılda bir yerleşim merkezi olmuştur. MÖ VI. yüzyılda tüm Pamfilya ile birlikte Lidya Krallığı'nın egemenliğine girmiş, Lidya Krallığı’nın 547/46’da yıkılışından sonra Perslerin hâkimiyeti altına girmiştir. Bu devirde özgürlüğünü bir ölçüde koruyan kent, kendi adına sikke basmıştır. Büyük İskender’in Anadolu seferinde (MÖ 334) hiçbir direniş göstermeden kapılarını Makedonya kralına açan Side, daha sonraları İskender’in kurduğu büyük sikke basım merkezlerinden biri olmuştur. İskender’in ölümünden sonra Helenistik Dönem krallıkları arasında sürekli el değiştiren Side, MÖ III. yüzyılda, önce Ptolemaioslar'ın, MÖ 215-189 yıllarında da Seleukoslar'ın egemenliği altına girmiştir.  Seleukoslar Romalılar'a karşı açtığı savaşta yenik düşünce MÖ 188 yılında yapılan Apameia Barışı'na göre Pamfilya ve bu arada Side de Bergama Krallığı’na verilmiştir. Buna karşın Side bir süre sonra yeniden bağımsızlığına kavuşmuş ve tarih içerisindeki en parlak devirlerinden birini yaşamıştır.

MÖ 138 yılında Suriye tahtına oturan sonraları ise “Sidetes” lakabını alan Antiokhos VII’nin gençliğinde öğrenim görmesi için Side’ye gönderilmesi, kentin Doğu Akdeniz’de ne denli önemli bir kültür merkezi olduğunun göstergesidir. Kentin bu parlak dönemi fazla uzun sürmemiştir. MÖ 1. yüzyılda Pisidya ve dağlık Kilikya bölgelerinde başlayan korsanlık, Pamfilya ve dolayısıyla Side’ye de atlamış, korsanlarla başa çıkamayan Sideliler liman ve pazarlarını onlara açmak zorunda kalmışlardır. Sonunda MÖ 78 yılında Romalı Konsül Publius Servilius’un bölgeyi korsanlardan temizlemesi üzerine Side de Pamfilya’nın diğer kentleri gibi Roma İmparatorluğu’na bağlanmıştır.

MÖ 25 yılından sonra ise Augustus, Pamfilya bölgesini doğrudan doğruya kendisine bağlı bir memurun yönettiği eyalet haline getirmiştir. Bu tarihten sonra Side Roma’ya bağlı eyaletin bir kentidir. MS II. ve III. yüzyıllarda parlak bir dönem yaşayan Side, IV. yüzyılda fakirleşen bir Hıristiyan şehri görünümündedir. V. ve VI. yüzyıllarda üçüncü ve son parlak zamanını yaşayan kent, Doğu Pamfilya Metropolitliği'nin başkenti olmuştur. IX. ve X. yüzyıllarda Arap akınlarıyla iyice zayıf düşen kentten Bizans İmparatoru Konstantinos Porfirogennetos (913-959) “De Thematibus’’ adlı eserinde bir “korsanlar yuvası” olarak söz etmektedir. Arap coğrafyacısı İdrisi ise (1150’ye doğru) Side’yi “Yanık Antalya” olarak adlandırmakta, halkının ise iki günlük mesafede bulunan “Yeni Antalya”da iskân edilmiş olduğunu aktarmaktadır.

Ticaret ve liman kenti olarak tanınan Side Antik Kenti kalıntıları üzerinde XX. yüzyıl başlarında Giritli göçmenler tarafından Selimiye Köyü kurulmuştur. Bir yarımada üzerine kurulmuş olan Side, diğer Pamfilya kentlerinde olduğu gibi şehrin ana kapısından başlayan bir anıtsal cadde boyunca uzanmaktadır. Kuzeydoğudaki “Büyük Kapı”dan başlayan ana cadde, Tiyatro önündeki kavis dışında hemen hemen düz bir çizgi şeklinde yarımada boyunca ilerleyerek tapınaklar yakınında büyük bir meydanla sona erer. Kentin ikinci büyük caddesi de “Büyük Kapı”dan kentin güneyine doğru uzanmaktadır. Her iki cadde de sütunlu olup iki taraflarında korint başlıklı sütunlu portikler ve bunların gerisinde de bir sıra dükkân vardır.


Düden Şelalesi

Kepez İlçe sınırları içerisinde, Varsak Mahallesi’nde bulunmaktadır. Düden Şelalesi çeşitli kaynaklarda, İskender Şelalesi ve Yukarı Düden Şelalesi olarak da geçmektedir. Aynı zamanda halk arasında Düdenbaşı Şelalesi diyenler de vardır. Eski Antalya-Burdur yolunun 28'inci kilometresinde Kırkgözler’in 30'ncu kilometresinde Pınarbaşı adında iki büyük karstik kaynak çıkmaktadır. Suyu bol bu iki nehir kısa bir akıştan sonra birleşerek Bıyıklı Düdeni içinde kaybolur. Bıyıklı Düdeni’nde kaybolan su 14 kilometre kadar yerin altında gittikten sonra Varsak Çöküntüsü'nün bir ucundan çıkar, çok kısa bir akıştan sonra çöküntünün öbür ucundan tekrar batar. Varsak’ta kaybolan su iki kilometre kadar yeraltı akışından sonra Düdenbaşı’nda yeryüzüne çıkar.

Yüzeyden hiç su akmadığı günlerde bile Düdenbaşı Şelalesi’nin altından saniyede en az 10 metreküp su yüzeye çıkar. Bu suyun maksimum debisi 94 metreküp, ortalaması ise saniyede 15-16 metreküptür.

Düdenbaşı’nda yukarıdan şelale yaparak akan su Kepez hidroelektrik santralından gelen sudur. Düdenbaşı’ndan sonra koyunlar regülatöründe, iki ana kanala ayrılan Düden Çayı 9 kilometre sonra Antalya’nın doğusunda 40 metre yüksekliğindeki traverten bir eşikten şelale yaparak Akdeniz’e dökülür. 


Patara Antik Kenti

Patara Antik Kenti Nerededir?

Patara Antik Kenti Fethiye-Kalkan arasında Xanthos Vadisi'nin güneybatı ucunda bugünkü Gelemiş Köyü'nde yer almaktadır ve Likya'nın en önemli ve en eski şehirlerinden biridir.1988 yılından beri kazıları sürdürülen Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir öneme sahiptir.

Patara Antik Kenti Tarihi

MÖ 13'üncü yüzyıla ait Hitit metinlerinde şehrin adı Patar olarak geçmektedir. Tepecik Akropolü'nde ele geçen seramik parçaları, Orta Tunç Çağı özelikleri içerirken, yine Tepecik'in doğu yamacı eteklerinde ortaya çıkarılan, Demir Çağı öncesine ait taş balta Patara'nın tarihinin ne kadar eskilere gittiğini göstermektedir. Xanthos Vadisi'nde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle tarih boyunca önemli kent olma özelliğini her çağda devam ettirmiş olan Patara'nın yazıt ve sikkelerde Likya dilindeki adı Patara olarak geçer.

Patara MÖ 3'üncü yüzyılda Ptolemaios egemenliğine girmesiyle Likya'nın önder kenti durumuna gelir. MÖ 2'nci yüzyılın başında Likya'nın Seleukos Krallığı tarafından kontrol edilmeye başlanmasıyla Patara, Likya'nın başkenti gibi kabul görür. Bu durum Patara'nın Roma'ya karşı özerkliğini ve Rhodos'a karşı da bağımsızlığını kazandığı MÖ 167/168 yılında resmileşir ve Patara Likya Birliği'nin başkenti olur. Başkentte Helenistik Dönem'de inşa edilen Meclis Binası ve Tiyatro gibi anıtsal yapılar bu tarihsel süreçle paralellik gösterirler. Roma egemenliğine geçtikten sonra da önemini yitirmeyen Patara, Roma Valiliklerinin adli işlerini gördüğü bir merkez oluşu yanında Roma'nın doğu eyaletleriyle bağlantısını kurduğu bir deniz üssü olarak da önemini korumuştur. MS 43 yılında Likya, Roma eyaleti olurken, MS 74'de Likya ile Pamphylia birleştirilerek tek eyalet haline getirilir ve Patara'nın başkentliği devam eder.

Apollon'un önemli bir kehanet merkezi olarak ün yapmış olan Patara aynı zamanda Anadolu'dan Roma'ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir limandır. Bizans Dönemi'nde de önemini devam ettiren kent Hristiyanlar için önemli bir merkez olmuştur. "Noel Baba" diye anılan Saint Nicholaos, Pataralı'dır. Ayrıca St. Paul Roma'ya gitmek için Patara'dan gemiye binmiştir. İmparator Konstantin'in başkanlık ettiği MS 325'teki İznik Konsülü'nde Lykia'nın tek imza yetkilisi Piskopos Eudemos'un Patara Piskoposu oluşu kentin bu devirde de gözde oluşunun kanıtıdır. Ortaçağ boyunca önemini sürdüren Patara, Türklerin gelmesiyle de önemli bir merkez olarak günümüze ulaşmıştır.Şehre günümüz kalıntılarına giriş, görkemli ve çok iyi korunmuş Roma Zafer Takı'ndan yapılmaktadır. MS 100 yıllarında bölge valisi adına inşa edildiği, kitabelerinden anlaşılmaktadır. Tak'ın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanır. Kentin en güney ucunda Kurşunlu Tepe'ye yaslanmış olan tiyatronun depremden sonra MS 147 yılında yeniden inşa edildiği yazıtlardan anlaşılmaktadır.

Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün seyredildiği en güzel köşedir. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamı, Korinth Tapınağı, ana cadde, liman ve tahıl ambarı rahatlıkla izlenebilir. Tepenin kuzeybatısındaki bataklığın arkasındaki tahıl ambarı (granarium), Patara'nın günümüzde kalmış anıtsal yapılarından biri olup, İmparator Hadrian ve eşi Sabina tarafından MS 2.yüzyılda yaptırılmıştır. Tiyatronun kuzeyinde Likya Birliğinin başkenti olan Patara'nın, toplantılara ev sahipliği yaptığı Parlamento Binası yer almaktadır. Şehrin suyu yaklaşık 20 kilometre kuzeydoğusundaki İslamlar Köyü yakınlarında, Kızıltepe yamacındaki kayalıktan getirilmiştir. Kaynakla şehir arasında, Fırnaz iskelesinin kuzeyindeki; mahallen "Delik Kemer" olarak adlandırılan bölüm ise su yollarının en anıtsal bölümüdür.

 

Olympos

Antalya’nın güney sahillerinde Phaselis’ten sonra ikinci önemli liman kenti Olympos’tur. Şehir adını 16 kilometre kuzeyindeki Toroslar'ın batı uzantılarından biri olan 2 bin 375 metre yüksekliğe sahip Tahtalı Dağı’ndan alır. Beydağları-Olympos Milli Parkı sınırları içindedır. Kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte İÖ 167–168 yılarında basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçen Olympos, Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip altı şehirden biridir.

Birlik'te Likya’nın doğusunu temsil etmiştir. Kentin günümüze ulaşmış kalıntılarının çoğu orman içinde ağaç ve çalılarla örtülü olup Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine aittir.

Olympos’un günümüze kadar ulaşmış kalıntıları genellikle doğudan batıya doğru, hızla denize akan bir ırmağın ağzında ve her iki yakasında yer alır. Antik dönemde kenti ikiye bölen nehir yatağı bir kanal içine alınarak her iki yakası da iskele olarak kullanılmış ve köprü ile birbirine bağlanmıştır. Bugün köprünün bir ayağı yerinde durmaktadır.

Güney kıyıda, Hellenistik Dönem'in çokgen örgülü duvarı ile yanındaki Roma ve Bizans onarımlarını işaret eden bölümü görülmektedir. Nehir ağzına yakın bir yerde küçük ve dik akropolde geç dönemlerden kalan yapı kalıntıları yer alır. Irmağın güney kıyısındaki Hellenistik temelli ve Roma onarımlı küçük tiyatro oldukça harap olup, girişin bir yanı iyi korunmuş durumdadır.

Şehrin görülebilir diğer önemli yapısı ise ırmak ağzının 150 metre batısında yer alan tapınak kapısıdır. İon düzeninde küçük bir tapınağa ait olduğu mimari parçalardan Roma İmparatoru Markus Aurellius (İS 172–173) adına yapıldığı da kapı önündeki heykel kaidesinden anlaşılmaktadır. Kalıntılar arasında en ilginci Antalya Müzesi'nce yürütülen kazılarla gün ışığına çıkarılmış olan Kaptan Eudomus’un Lahdi'dir. Nehir ağzının hemen yanında kayalığın oyuğunda yer alan lahit hem duygu dolu şiirsel ithaf yazıtında kaptanın adını vermesi hem de uzun kenarındaki gemi kabartmasında gemisinin şeklini vermesi açısından da büyük önem göstermektedir.

Olympos’un doğusunda, sahilden 300 metre ileride Carettaların yumurta bıraktığı muhteşem kumsalı ve pek çok bitkinin yaşadığı sahil kumulları ile ünlü Çıralı yerleşimi yer alır. Kentin birkaç kilometre güneybatısındaki Çakaltepe olarak anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev çıkar. Özellikle geceleri çok etkileyici olan bu doğa olayı metan gazının asırlardır aynı noktadan yeryüzüne ulaşmasından başka bir şey değildir. Bu doğa olayı Likya’da yaşayan ve soluğundan ateş püskürdüğüne inanılan Khimaira Canavarı ile özdeşleşmiş ve bu sayede Olympos, Bellerophontes Efsanesi'ne ev sahipliği yapmıştır. Zamanla demirci Tanrı Hephaistos’un kült merkezi, Roma ve Bizans dönemlerinde de dini merkez olarak kullanılan alanda yer yer orijinal blokları görülebilen kutsal yol ile alevlerin etrafındaki bir takım yapıların temellerini görmek mümkündür. İç duvarları yer yer freskolarla süslü Bizans Kilisesi ise alandaki en anıtsal kalıntıdır.


Phaselis Antik Kenti

Phaselis Antik Kenti'nin Akdeniz’e uzanan küçük bir yarımada üzerinde İÖ 7'nci yüzyılda Rodoslu kolonistlerce kurulduğu söylenir. Kuruluş efsanesinde kolonistlerin yöre halkına mısır veya kurutulmuş balık önerilerine balık isteği ile cevap verildiği anlatılır. Coğrafi konumu önemli bir liman kenti olduğunu gösterir. Biri yarımadanın kuzeyinde diğeri kuzeydoğuda üçüncüsü ise güneybatı kıyısında yer alan üç limana sahiptir. Limanları, agoraları ve şehir sikkeleri üzerindeki gemi betimlemeleri Phaselis’in ticari liman hüviyetini vurgular.

Phaselis bazen Likya bazen Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilir. Gerçekte her iki bölgenin sınırları arasında yer almaktadır. Şehirde sırasıyla İÖ 5'nci yüzyılda Pers, 4'üncü yüzyılda Kayra Satrabı Mausolos ve nihayet komşu şehir Lmyra’nın Kralı Perikles’in egemenlikleri görülür. İÖ 333 yılında Büyük İskender’i altın taçla karşılamaları şehir tarihinin en renkli sayfalarından biridir. İskender’den sonra birçok kere el değiştiren Phaselis, İÖ 167’de Likya Birliği'ne üye olup birlik sikkeleri basar. Bir süre komşu kent Olympos ile korsanların talanlarına maruz kalmasının ardından İÖ 43’de Roma egemenliğine girer ki bu dönem, şehirde yeniden yapılanma ve en az 300 yıl sürecek refahın başlangıcıdır. Şehir 129’da İmparator Hadrian tarafından ziyaret edilir. Güney limandan başlayan ana caddenin girişindeki tek kemerli anıtsal tak bu ziyaretin anısına dikilmiştir.

5 ve 6'ncı yüzyıllar Bizans egemenliğindeki yüzyıllardır ki Phaselis 451’de Kadıköy Konsülü'ne katılan şehirlerarasında yer alır. 7'nci yüzyılda Arap akınlarından sonra 8'inci yüzyılda yeni bir refah dönemi başlar. Phaselis 1158’deki Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler ve gerekse limanının işlevselliğini kaybetmesi ardından önemini kaybedip 13'üncü yüzyıl başlarından itibaren tamamen terk edilir. Günümüze çoğunlukla Roma ve Bizans dönemi kalıntıları ulaşmıştır. Bunlar şehrin ana aksını oluşturan ve kuzey-güney limanlarını birleştiren ana caddenin iki yanında sıralanır. Cadde, agora ile tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturur. Meydanın güneydoğu köşesinde basamaklar tiyatro ve akropolise ulaşımı sağlar. Tiyatro küçük boyutlu tipik bir Helenistik Dönem tiyatrosudur. Roma döneminde sahne binasının eklendiği, Geç Bizans’ta ise sahne binası duvarının kısmen şehri koruyan yeni surların bir parçası olduğu kalıntılarından anlaşılır. Örenyerinin girişindeki virajın sağında şehrin eski surlarıyla (İÖ 3'üncü yüzyıl), tapınak veya anıtsal mezar olabilecek temel kalıntılarına rastlanır. Kuzey limanı arkasındaki yamaç ise şehrin mezarlık alanıdır.

Günümüze ulaşan en anıtsal yapı ise su kemerleridir. Şehrin ihtiyacı olan su kuzeydeki tepede yer alan kaynaktan getirilmekteydi.

Biri tiyatro karşısında, diğer ikisi güney limana giden ana caddenin sağında olmak üzere üç agora bulunmaktadır. Tiyatronun karşısındaki agoranın içinde bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları yer alır. Şehrin diğer iki önemli kalıntısı ise şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısıdır. Özellikle küçük hamam kalıntıları Roma Hamamı'nın ısıtma sistemi hakkında bilgiler verir. Tarihçiler şehrin baş tanrıçasının savaşın ve bilgeliğin tanrıçası Athena olduğunu yazarlar. Henüz bulunmamış Athena Tapınağı ve diğer önemli yapıların bugün ormanla kaplı akropol tepesinde yer aldığı düşünülmektedir.


Aspendos

Antalya - Alanya karayolunun 44'üncü kilometresinden kuzeye dönen yolun 2'nci kilometresinde yer alan Aspendos, sadece Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunagelmiş Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür. Şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon) yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla tiyatro ve suyolları ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır. 

Tarihçiler şehrin yakınlarında akan nehrin kenarında İÖ 467 yılında Yunanlılarla Persler arasında geçen, Eurymedon Savaşı adıyla anılan savaşta Yunan tarafının kazandığından bahseder. Aspendos, Büyük İskender’e hileli yollarla direnme göstermeye çalışsa da sonuçta teslim olup, şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu kabul etmişlerdir. İskender’in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve suyollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir.

Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15–20 bin kişi alabilmekteydi. İmparator Marcus Aurelius devrinde (İS 161–180) Theodoros’un oğlu mimar Zenon tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki anında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Şehrin suyu tepede yer yer görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırken, İS 2. ve 3'üncü yüzyıllarda tüm yapılarla beraber suyolu sistemi geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmıştır. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır.

Böylesine ufak bir ölçekte bir kentin tüm Akdeniz dünyasının en geçerli parasını basması ve anıtsal yapılarla donanması ekonomisindeki rahatlıkla açıklanabilir. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü bugün kurutulup pamuk tarımında kullanılan, yakınlarındaki Kapria Gölü'nden elde dilen tuzdur. Diğer ihraç ürünleriyle beraber ulaşıma elverişli nehir aracılığıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderilen tuz, şehrin en önemli gelir kaynağıydı. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleriydi. Tarihçiler Aspendos’ta yetiştirilen atların tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu yazarlar. Aspendos, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlanır. Mustafa Kemal Atatürk de 1930 yılında burayı ziyaret etmiş, “onarılıp yeniden kullanılması” için direktifler vermiştir.


Manavgat Şelalesi

Batı Torosların doğu yamaçlarından doğarak Sorgun bölgesindeki boğazdan Akdeniz’e karışan ve büyük yeraltı sularından beslenen 93 km uzunluğundaki Manavgat Nehri, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki falezlerden dökülen Manavgat Şelalesini oluşturur. Birçok balık ve kuş türüne (alabalık, sazan, kefal, levrek, karabalık, sutavuğu, ördek, kaz, yalıçapkını, değişik türlerde balıkçıllar, martılar vb.) ev sahipliği yapan Manavgat Nehri, söğüt, çınar, kavak, dut, karacaağaç gibi birçok ağaç türü ve zengin bir bitki çeşitliliğine de sahiptir. Ayrıca, tüm bu doğal güzelliklerin içinde macera yaşamaya imkan veren nehrin, belirli etaplarında rafting ve kano gibi çeşitli doğa sporları yapılabilmektedir. 

Manavgat Belediyesince doğal yapıya uygun çevre düzenlemesi yapılarak turizme yeniden kazandırılan Manavgat Şelalesi’nde, tüm ziyaretçilerin keyifle gezebileceği ve hizmet alabileceği rekreatif alanlar (restoran, büfe, satış üniteleri, dinlenme yerleri, tuvaletler ve seyir terasları vb.) oluşturulmuştur. Muhteşem bir doğa manzarasına sahip olan şelale, şehrin gürültüsünden ve kalabalığından kaçmak isteyenler için oldukça iyi bir seçenektir.


Damlataş Mağarası

Damlataş Mağarası 1948 yılında, liman inşaatında kullanılacak taş için ocak açılması sırasında bulunmuştur. Mağara tarihi yarımadanın batı kıyısındadır. Mağaranın giriş kısmında 50 metrelik bir geçit vardır. Yüksekliği 15 metreyi bulan geçitten sonra silindirik bir boşluğa gelinir. Buradan, mağaranın tabanına inilir. Yan kristalize kalker içinde bulunan mağaranın sarkıt ve dikitleri 15 bin yılda oluşmuştur. Mağaraya, sarkıtlardan damlamaya devam eden su damlaları nedeniyle Damlataş adı verilmiştir.

Yerli ve yabancı turistlerin gözdesi Damlataş Mağarası, büyüleyici güzelliğinin yanı sıra astım hastalarına iyi gelen havasıyla da ünlüdür. Doktor kontrolünde, mağarada belli bir süre oturarak 21 günlük tedavi kürü uygulayan hastalar vardır.

Mağaranın havası yaz kış değişmez; sıcaklık 22 santigrat derece, rutubet yüzde 95, sabit basınç 760 mm’dir. Mağaranın havasında yüzde 71 azot, yüzde 20,5 oksijen, on binde 2,5 karbondioksit ve bir miktar radyoaktivite ile iyonlar bulunmaktadır. Mağaraya giriş ücretlidir. Çevresinde küçük bir çarşı vardır, önü ise plajdır.


Kurşunlu Şelalesi

Antalya-Mersin karayolunun 15'nci kilometresinden sola dönülerek 7 kilometre daha gidince zengin florası olan, 33 hektar alana sahip, 18 metre yükseklikten dökülen, Kurşunlu Şelalesi'ne ulaşılır. Yedi adet küçük göletin küçük şelaleciklerle birbirine bağlandığı 2 kilometrelik bir kanyon içindeki şelale 1986 yılında ziyarete açılmıştır.

Çevresindeki zengin flora ve fauna, burayı doğa yürüyüşü, bitki ve hayvanları gözlemleme gibi eko turizm faaliyetleri açısından öncelikli konumlardan biri haline getirmiştir. Tabiat parkı içinde yürüyüş yaparken tavşan, sincap, ağaçkakan, kaplumbağa ve diğer küçük hayvanlarla karşılaşmak mümkündür. Temiz havası ve büyüleyici manzarasıyla tabiat parkı, birçok ziyaretçiyi günübirlik dinlenme ve piknik için cezbeder. Ziyaretçiler için seyir terasları, oyun alanları, araç parkı ve diğer imkanlar da mevcuttur.


Myra Antik Kenti

Bugünkü Demre ilçe merkezi ve civarında yer alan Myra Antik Kenti, aynı adı taşıyan ova üzerinde kurulmuştur. Myros Nehri'nin (Demre Çayı) batısındaki ulaşıma elverişli kanal ile şehrin denizle bağlantısı sağlanmaktaydı. Kanalın diğer yanında yer alan Andriake (Çayağzı) Limanı'ndan da bölgenin deniz ulaşımı ve ticareti yürütülmekteydi. Myra Antik Kenti özellikle Likya Dönemi kaya mezarları, Roma Dönemi tiyatrosu ve Bizans Dönemi Aziz Nikolaos Kilisesi (Noel Baba) ile ünlüdür.

Kaya mezarları, Likçe yazıtları ve sikkeler, Myra’nın en azından İ.Ö. 5'inci yüzyıldan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösterirler. Strabon’un verdiği bilgiye göre Likya Birliği'nin altı büyük kentinden biri olan Myra, Likçe yazıtlarda Myrrh adıyla anılır.

İ.S. 2'nci yüzyıl Myra’nın büyük bir gelişmeye sahne olduğu dönemdir. Likya Birliği'nin Metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştır. Bizans Dönemi'nde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olmuştur. Günümüze dek ulaşan ününü, Aziz Nikolaos’un (Noel Baba) İ.S. 4'üncü yüzyılda şehrin piskoposu olmasına ve ölümünden sonra aziz mertebesine ulaşıp adına kilise yapılmasına borçludur.

Myra, 7'nci yüzyıldan itibaren gerek deprem, su baskını ve Demre Çayı'nın getirdiği alüvyonlar, gerekse Arap akınları sebebiyle önemini yitirip 12'nci yüzyılda köy hüviyetine dönüşmüştür. Günümüz kalıntılarını, akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro ile her iki yanında yer alan kaya mezarları oluşturur. Yapılan araştırmalara göre bugün oldukça sağlam durumda olan Roma Dönemi surlarının dışında, Helenistik, hatta İ.Ö.5'inci yüzyıla tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ve çevresinde rastlamak mümkündür. Akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma Dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtır. Sahne binası ikinci katın yarısına kadar ayaktadır. Tiyatronun hemen iki yanında, kabartmalı veya düz kaya mezarları yer alır.

Likyalıların ahşap ev mimarisinin kaya mezarlarına en iyi uyarlanmış örnekleri olan Myra mezarlarının içinde, ölüyü ve yakınlarını betimleyen kabartmalı mezar, en ilginç örneklerden biridir. Ayrıca yine kabartmalı veya kitabeli birçok kaya mezarı, kayalığın güneye bakan yüzünde üst üste veya yan yana sıralanmaktadır. Tiyatro yakınındaki şehir merkezine giderken yolun solundaki hamam kalıntıları ise Roma Dönemi tuğla mimarisinin erken ve ilginç örneklerini oluştururlar.

Şehrin su ihtiyacı, Demre Çayı'nın aktığı vadi kenarındaki kayaya oyulmuş kanallarla karşılanmaktaydı. Likya Konfederasyonu'nda üç oy hakkına sahip altı şehirden biri olan Myra’nın “En parlak kent” unvanıyla anılması ne denli önemli bir kent olduğunu göstermektedir. Myra’nın Likya Konfederasyonu'na ait sikkelerin yanında kendi adıyla basılmış sikkelerinde, şehrin ana tanrıçası Artemis’in Anadolu’nun en eski tanrıçası Kybele formunda temsil edilmiş olması ayrı bir önem taşımaktadır. İ.S. 5'nci yüzyılda Likya eyaletinin başkenti olan Myra’nın, St. Paul ve arkadaşlarının uğradıkları şehir olması Hıristiyanlıkça da özel bir önem taşımaktadır.


Perge Antik Kenti

Perge Antik Kenti Antalya şehir merkezinin 17 kilometre doğusunda bulunan Aksu ilçesinde yer alır. Hitit Dönemi'nde varlığını sürdürdüğüne inanılan ve "Parha" diye bilinen kent Roma Dönemi'nde Anadolu'nun en düzenli kentlerinden biri olmuştur. Mimarisi ve mermer heykeltıraşlığı ile ünlü olan antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykeller Antalya Müzesi'ni en önemli heykel müzelerinden biri haline getirmiştir.

Perge şehir planının esasını biri doğu-batı, diğeri ise kuzey-güney yönünde uzanan iki ana cadde oluşturmaktadır.15 bin izleyici kapasiteli tiyatro oldukça iyi korunmuştur. Oturma yerlerinin karşısında yer alan özenle dekore edilmiş iki katlı sahne binası M.S. 2'nci yüzyılda inşa edilmiştir. Buradan bulunan eserler günümüzde Antalya Müzesi'nde ‘Perge Tiyatrosu Salonu’nda devamlı olarak sergilenmektedir. Bu heykellerin mükemmelliği Perge heykeltıraşlığının eşsiz tarza sahip ekolünü çok güzel bir şekilde yansıtır. Antik Kent Perge’nin bir diğer temel yapısı olan stadyum, Türkiye’nin en iyi korunmuş stadyumlarından biridir. Tiyatronun kuzeyinde M.Ö. 2'nci yüzyılda inşa edilmiş olan stadyum yaklaşık olarak 12 bin izleyici kapasitelidir.

Kentin antik çağdaki heybetini yansıtan diğer sosyal ve kültürel yapılar arasında dikdörtgen planlı agora, yüksek kuleler, anıtsal çeşmeler, hamamlar ve sütunlu caddeler yer alır. Perge Hristiyanlık için de önemlidir. Hristiyanlığın en önemli figürlerinden biri olan Aziz Paul Perge'ye misyonerlik seyahatleri sırasında Aksu Nehri üzerinden varmış. İncil'de yazılı olmasından dolayı şehir ve akarsu Hristiyanlığın kutsal mekanlarından biri olarak kabul edilmektedir.


Köprülü Kanyon Milli Parkı

Köprülü Kanyon Milli Parkı, Antalya ili Manavgat ilçesinin 63 km kuzeybatısında, Antalya ilinin 85 km kuzeydoğusundadır. Manavgat ilçesi sınırları içinde bulunan Köprüçay (Köprü) nehri ve tarihi Selge kentinin bulunduğu yerde 366.140 dekarlık bir alanı kapsayan bu yöre, 1973 yılında Milli Park olarak ayrılmış ve ilan edilmiştir. Milli Park’ın kaynak değerini oluşturan Köprüçay’ın Bolasan köyü ile Beşkonak arasında meydana getirdiği yarma vadi, 14 km uzunluğu ve 100 m’yi aşan duvar yüksekliği ile Türkiye'nin en uzun kanyonlarından biridir.

Toros Dağları'ndan doğarak doğa harikası kanyonlardan geçen Köprüçay, Serik'in güneyinden Akdeniz'e dökülür. İki tarafı dik, çıkılması hemen hemen imkansız olan kanyonlardaki yeraltı suları ile beslenen Köprüçay, Türkiye'nin en güzel doğal rekreasyon alanlarından birisini teşkil eder. Bunun yanı sıra, nehrin batısındaki dağlık arazide bulunan antik Selge kenti; nehrin kenarındaki kaleler, su kemerleri, Roma Devri’ne ait köprüler ve tarihi yollar gibi pek çok arkeolojik kaynaklar, Köprülü Kanyon’un önemini artırmaktadır. Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın kaynak değerleri arasında;

  • Dik duvarlı kanyonlar içinde sayısız kaynaklarla beslenen; yaz kış yüksek bir debiye sahip olması nedeniyle rafting ve su sporlarına elverişli Köprüçay nehri,
  •  M.Ö. 5. yy.da kurulmuş olan antik Selge kentinin tiyatrosu, agorası, Zeus ve Artemis tapınakları, sarnıçlar, su kemerleri; Köprüçay nehri ve Koca Çay üzerinde bulunan Oluk ve Büğrüm köprüleri ile Selge’yi Pamfilya’nın sahil şehirlerine bağlayan taş kaplamalı tarihi yolu,
  • Milli Park içinde kapladığı 400 hektarlık alanla, tüm Akdeniz bölgesinin en büyük doğal servi ormanı,
  • Çok ilginç jeomorfolojik özellikli Adam (diğer anıldığı şekliyle Şeytan) kayaları,
  • Kapladığı alan içinde 150 ila 2500 metre yükseltide bulunan nadir ve tehlike altında 48 türü (44’ü endemik), küresel ölçekte tehlike altındaki 5 türü, Avrupa ölçeğinde tehlike altındaki 39 türü, ulusal ölçekte tehlike altındaki 4 türü barındıran zengin florası,
  • Dağ Keçisi, Anadolu’nun tek endemik kuş türü Anadolu Sıvacısı, nesli tükenmekte olan Kızıl Akbaba, sadece bu yörede yaşayan Kara Semenderi türlerini barındıran zengin faunası,
  • Aziz (St.) Paul’un Anadolu’daki ilk misyonerlik macerası sırasında yürüdüğü yol olarak bilinen ve 45 km’lik kısmının Milli Park sınırları içinde kaldığı Aziz Paul Yolu, sayılabilir.

Köprülü Kanyon Milli Parkı, barındırdığı doğal, tarihi ve kültürel zenginlikler sayesinde ziyaretçilerine çok sayıda etkinlik seçeneği sunmaktadır. Başta, Türkiye’nin en önemli rafting rotalarından biri olan Köprüçay üzerinde rafting, kano ve kanyoning (kanyon geçişi) sporları olmak üzere; yüzme, doğa yürüyüşü, kaya tırmanışı, oryantiring, bisiklet, olta balıkçılığı vb. sportif etkinlikler ile botanik-yaban hayatı gözlemciliği, jeolojik yapı gözlemciliği, kampçılık, fotoğrafçılık, piknik, cip safari, yayla gezileri… gibi çok çeşitli etkinliklere katılma olanağı bulunmaktadır. Bölgeye gelen ziyaretçiler, Milli Park içindeki Selge antik şehri ile bir bölümü Milli Park içinde bulunan Aziz Paul Yolu’nu da gezi programlarına dahil edebilirler.

Köprülü Kanyon Milli Parkı’nda dinlenme ve konaklama için, nehrin iki yanında konumlanan yeme-içme tesisleri, günübirlik ve çadır kamp kullanma alanları ile Park sınırları içindeki bungalov evleriyle hizmet veren pansiyonlar değerlendirilebilir. Antalya kent merkezi, ilçeleri ve Milli Park içinde, rafting ve diğer etkinlikleri kapsayan programlarıyla günübirlik turlar düzenleyen seyahat acenteleri mevcuttur. Milli Park’a giriş, ücretsizdir. 


Dostlar Antalya da o kadar güzel yer var ki kısa yazmaya çalıştım. Çoğu yeri yazamadım ama yine de biraz uzun oldu. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yazmamı istediğiniz yer var ise yorumlarda belirtirseniz sevinirim.





Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to Ceteris Paribus

13 Comments

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.