TEL HELVA

CqsK...pwmy
15 Jan 2024
42

“Hadi bismillah yiğitlerim. İyi kavrayın halkayı, acele etmeyin aman! Usulca yedirin unu. Göreyim sizi çevirin.”
Hayri Usta durmadan verdiği emirlerle çırak ve kalfaları yönlendiriyor, tel helva yapımının inceliklerini her seferinde olduğu gibi sayıp döküyordu. Ancak işin sırrını, ‘Çırağı oldurmadan helvayı oldura bilemeyiz.’ diye yineleyerek açık etmekten imtina ediyordu.
“Aman yiğitlerim acele işe şeytan karışır haa! Halkayı bozup bizi pişman etmeyin, emeğimizi heba eylemeyin. Sakın haa! Ustalığımıza zeval getirmeyin yoksa tepelerim vallahi!”
Keyfinin yerinde olduğunu anlayan çıraklardan biri, diğerine dirsek vurarak göz kırptı ve Hayri Usta’ya: 
“Ustacım, helvayı her gün yoğurup duruyoz ya, bu tepsinin altına kaç odun atcaz da sıcağını bilcez deyivermiyon.”
“Höst, deyyus seni! Dün helvaya el attın da bugün ustalığa mı soyundun?”
Diğeri:
“Sahi Usta, sen bu işe nasıl başladıydın? Onu anlatıversen ya bize.”
“Bırakın lakırdıyı da, çevirin şu helvayı. Tel tel, pamuk gibi olmazsa o zaman ben size sorarım.”
Hep birlikte gülüştüler. Hayri Usta uzaklara bakıp, bilmem kaçıncı kez anlatmaya başladı:
“Bizim zamanımızda çıraklık aslanın ağzında. Öyle yoldan geçeni çırak yapmazlar ha! Ama biz bir uyarını bulup meşhur İbrahim Ethem’in yanına aldırdık kendimizi. O zamanlar İzmit’in tek ve de en meşhur ustası. Sebebi de, işi ustaların ustası Şekerci Hacı Agop’tan bellemesidir. Bu adam ermeni olup yedi cet helvacıdır. Ustamın demesine göre, ataları acem elinden göçerken tel helvayı oradan getirmişler. İzmit ahalisini müptela etmişler ki, yapıp satmayla köşeyi güzelce dönmüşler. Sonrası fena. Birinci Cihan Harbinde Hacı Agop gibi bütün ustalar gidince meydan İbrahim Ethem’e kalmış. Tabi kalmak da öyle değil. O zamanlar bizimki İzmit muhasebe başkâtipliğinde memur. Öbür yandan da Şekerci’nin sabilerine mürebbilik yapıyor. Gel zaman git zaman helva işine merak salmış. Saflık bu ya, şekerli suyu kaynatıp macun yaptıktan kelli una bulayınca helva oluverecek sanıyor. Kendi demesine göre evde epey denemişse de nafile. Sonra anlamış ki işin rengi başka. Tabi öteki de uyanık adam. Sezinlemiş bundaki merakı ama ser vermiş sır vermemiş. Yoksa yedi düvel helvacı olmak kolay mı? Tehcir durumu çıkınca, İbrahim Ethem tutmuş yakasından; ‘Arkadaş şu işi belletmeden bırakmam seni!’ deyivermiş. Öteki bakmış ki pabuç pahalı ve de helvanın faydası, kalmanın çaresi yoktur. Demiş ki, ‘Mirim, madem biz gidiciyiz bari namımız kalsın. İzmit’imiz bu tatlıdan mahrum olmasın.’ Böylelikle bizim muhasebeci olmuş sana tel helva ustası. Kapanönü’nde dükkân da açınca, biz de onun yanına acemi çırak.”
Hayri Usta abartırdı. Abarttıkça keyiflenirdi. Böyleydi, maziye gittikçe neşesi yerine gelirdi. Ötekiler bunu bildiğinden bir kabahat işlediğinde ya da Ustaları küplere bindiğinde konu dönüp dolaşır Şekerci Agop’a kadar giderdi. Hayri Usta hiç evlenmemişti. Bundan olsa gerek çalışanlarını çocuğu yerine koyar severdi. Yine bu yüzden, “Sopa var ya sopa cennetten çıkmadır haa!” diyerek onları dükkânın içinde kovaladığı da olurdu. Çabuk parlar, hemen sönerdi. Güleçti. Ustalığına toz kondurmaz, en iyi helva ustası olduğunu söylemese de ima ederdi. Hayri Usta kaldığı yerden devam etti:
“Bir gün Ethem Usta, ‘Bak evladım, ilk iş şekerli suyu macun kıvamına gelinceye kadar kaynatacaksın. Hadi bakayım göreyim seni.’ dedi. Evladım demesiyle heyecanlandım. Hemen kazanın başına geçtim. Şekeri boca etmeyle karıştırmaya koyuldum. Üç vakit beş vakit kıvranmaktayım lakin macun kıvama gelmiyor. Kazanın başında ben eridim, şeker erimiyor. Usta göz ucuyla bakıp ‘Ala ala, karıştır evladım.’ diyerek dönüp gidiyor. Epey zaman sonra baktım ki su bitti, kazanın dibinde bir karış bembeyaz toz kaldı. Ethem Usta geldi kepçeyi şöyle daldırmasıyla; ‘Evladım biz tel helva yapacaktık sen kar helvası yapmışsın.’ diyerekten patlattı kahkahayı. Meğerse kazana şeker yerine tuz atmışız, iyi mi?”
Çıraklar yeniden gülüşmeye başladılar ki Hayri Usta bu, aman verir mi?
“Höst! Laubalilikten haz etmem. İyi çevirtin halkayı.” 
Yapılan işi tetkik ederken dikkat kesilip dinledi. Hayır, tren değildi. Çıraklar kaldığı yerden devam edeceğini biliyorlardı, sessizce beklediler.
“Sonra dedi ki; ‘İnsan da insana benzer. Lakin hepsinin yeri ayrıdır. Tatlısını tuzlusundan ayırmak için ustalık gerek.’ Büyük adamdı vesselam. Allah taksiratını affetsin. Bugün bütün ustalar onun tepsisinden geçmiştir de köşe tutmuştur.”
Odanın içinde biraz gezindikten sonra konuşmasını sürdürdü:
“Anlatırdı Ustam, Agop Efendi dermiş ki; ‘Mirim, mesele macunu kavrulmuş unda yoğurmak değildir. Şu merete tat katan emektir, alın teridir. Zira tek adam işi değildir. Birlik, beraberlik, ahenk olmazsa olmaz. Eller macunda buluşur ve yekvücuda aitmiş gibi çalışır. Amaç bir oldu mu gönüller yakınlaşır. Yaptığımız helvanın tadı da tuzu da bundadır. Amma velakin bu bozulur da halka koparsa gerisi pişmanlık. Bütün emek zayi oldu gitti demektir. O yüzden bizim zanaatta ahenk mirim her şeyin başı ahenk!”
Hayri Usta anlatıyor, anlattıkça mazinin sınırsız kurgusunda yeniden gezintiye çıkıyordu. Yorulduğunu hissetti, tepsinin başından ayrılıp pencerenin önündeki sedire oturarak tren yolunu izlemeye koyuldu. Yaşlandık diye mırıldandı. Kükreyen bir ses yaklaşıyordu. İlerden kara duman gözüktü. İstasyona gitmeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Biliyordu gelmeyecekti. Uzanıp radyoyu açtı. Trenle birlikte o da ağır ağır uzaklaşıyordu oradan.
Çıraklardan biri seslendi: “Usta yine yarım kaldı senin hikâye.” Hayri Usta tekrar odaya döndü.
“Kaç kere söyledim bacaksız, bizim işimiz sabır işi. Patladın mı? Otur da dinle! Askerden yeni gelmişim…”
“Aman ustam, başa sardık yine.”
“Boş lakırdı istemem. Ne diyordum? Yeni gelmişim Paşa Hazretlerini kaybettiğimiz sene. Babadan varsıl olmadığımız gibi hergelelik edip evvelde zanaat da tutmayınca epey vakit sokakları arşınladık. Aylaklık fenadır, insanın sırtına temmuz sıcağı gibi yapışır ve de bırakmaz. Aylak adam hazıra da alışır. Ustam, ‘Kolayı sevmek bizim fıtratımızda vardır. Hazıra alışan ya partici olur ya da kabadayı.’ derdi. Çok sonra anladık ki biri insanın lokmasını öperek diğeri döverek alırmış. Sokaklar insanı gaddarlaştırır. İnsan aylak ve gaddar olunca fena işlere meyleder. Ben o zaman çakı gibi olmakla vurduğumu indirebilmekteyim. Haliyle biraz palazlanınca kabadayı olmaklığa heveslendik. Nam salmış Deliağa adında haraminin yanına kapaklanalım derdindeyiz. Lakin öyle kolay değil o işler ha! Bileğine ve de yüreğine kuvvetli olmak lazım gelir. Neyse meramımızı iletmekle bu bizi sınamak istemiş. Tuttu, yeni mıntıkasındaki helvacıya gönderdi. Bakmayın öyle aval aval, girmemizle bir daha çıkamadık işte. Ustam o gün tesadüfen ordaydı. Gülerek yanıma geldi. -Çok nüktedandı rahmetli.- ‘Evladım bu işler sana göre değil, pek yufka yüreklisin sen.’ deyiverince afalladım. Koluma girip, ‘Her gün istasyonda görüyorum seni. Kimi bekliyorsun?’ diye kulağıma fısıldayınca…”
Hayri Usta birden sustu. Hikâyeyi buraya kadar hiç anlatmamıştı. Birden sessizlik hâkim oldu. Sonra bozuntuya vermemek için devam etti:
“O gün tuttuğu gibi ensemizden mutfağa attı bizi, kolumuzu sıvamayla helva çevittirmeye başladık ki tam otuz yıldır uğraştayız.”
Radyoda sabah ajansı başladı. NASA astronotunun Ay’a ayak bastığını haber veriyordu. Herkes kulak kesildi. Aynı anda helva çırakların ellerinde dağılıverdi. Hayri Usta yerinde tepinmeye ve sövmeye başladı:
“Ulan köpoğulları nedir bu rezillik? Millet aya çıktı siz bir helvayı olduramadınız.”
“İyi de ustam unun kararını sen deyivermedin mi?”
“Ne zaman deyivermişim?”
“Daha demincek, sedirde otururken ‘Şu haddar kâfi mi?’ diye sordum. Ses etmeyince sukut ikrardandır diyerekten…-”
“Höst! Boş lakırdı istemem. Kaynatın kazanı tekrar başlıyoruz.”

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to Mrttkn41

3 Comments