İnsanın Günahı ( Man's Sin )
İnsanın Tanrı’dan bağımsız hareket etmesinin sonuçları ne olmuştur? Ana sonuç, insanın sapkın bir varlık haline dönüşmesidir. Doğası ve bunun neticesinde de eylemleri bozulmuştur. İnsan içten bozulmuştur. İç varlığında hatalıdır. Bu bozukluk insanın tüm değer yargılarını ve eğilimlerini, sonuç olarak da seçimlerini etkilemektedir. Eylemleri, içyapısına uygundur. Her bireyin bu bölümde sıralanan tüm günahları işlemediği doğrudur. Fakat tüm insanlar, bu kötülüklerin kaynaklandığı aynı doğaya sahiptirler. Bu yüzden tüm insanlar bu günahların bazılarından, bazılarıysa tümünden suçludurlar.
İnsan zihni bir boşluk değildir. Tanrı hakkındaki gerçek artık insanın aklından uzaklaşmış, bunun yerini yalanlar doldurmuştur. İnsanın düşünce yapısı tanrısızlığa teslim olmuştur. Düşünceleri boştur. İnsanın halen mantığa sahip olduğu doğrudur, ancak bu mantık insanı gerçeğe ulaştırmaz. Tanrı’nın vahyini benimsemektense, kötülüğü kucaklamaya daha isteklidir. Yüreği kararmıştır. Tüm anlayışı, hissiyatı ve seçimleri ışıktan yoksundur. Gerçek gitmiş, yerini yalanın ve akılsızlığın hükmüne bırakmıştır (a.21).
Ancak bu, insanı akıllı olduğunu düşünmekten alı koymaz (a.22)! İnsan Aden Bahçesi’nde Tanrı’nın yasaklamış olduğu ağacın meyvesini yediğinde, kendi düşünmek istediği gibi düşünür; yani kendisinin Tanrı gibi olduğunu… Kendisi için hiçbir şeyin olanaksız olmadığını ve keşfedemeyeceği hiçbir şeyin olmadığını düşünür. Fakat gerçekte, hiçbir şey hakkında gerçek bilgiye sahip değildir. Örneğin, Tanrı’nın yarattığı evreni incelerken Tanrı’yı bütünüyle göz ardı eder! İşte bu nedenle, evrene ilişkin bütün anlayışı hatalıdır. Akıllı olduğunu iddia eder, fakat aynı zamanda kendi akılsızlığını ortaya koyar. Yeryüzünde sanki bir dahiymişçesine, ama aynı zamanda bir hayvan gibi yaşar.
Aslında, yakışıksız veya yararsız düşüncelere sahiptir (a.28). Kalitesi test edilen fakat testten başarısız çıkan bir metali düşünün. Burada “yararsız” biçiminde tercüme edilen sözcüğün Grekçe’de ifade ettiği asıl anlam budur. Tanrı insanın düşüncelerini tasvip etmemekte, reddetmektedir. İnsan aklı tanrısal yargıdan yoksundur ve Tanrı’yla ilgili şeyleri anlama, takdir etme veya sevme yetisine sahip değildir. Bunların yerine Tanrı’yı hoşnut etmeyen şeylere odaklanır. İnsanın yaşadığı içsel bozulma işte budur.
İnsanın doğasının bu biçimde bozulması, insanlığın aynı zamanda dıştan da bozulduğu anlamına gelir. Düşünceleri yanlış olduğundan, eylemleri de hatalıdır. Hiç kuşkusuz kalıtım, çevre, yetiştirilme tarzı, eğitim ve diğer etkenler insan davranışlarını etkilemektedir. Ancak insanın ahlaki bozukluğunun, bencilliğinin ve acımasızlığının açıklaması bozulmuş doğasıdır. Bunu dikkate almayan hiçbir çözüm önerisi, kesinlikle çözüm değildir. 23 ve 25. ayetlerde söz edilen putperestlik, 24. ayette söz edilen şehvet ve 26-27. ayetlerde söz edilen utanç verici eğilimler insanın bozulmuş doğasının acı meyvelerini temsil etmektedir. İnsan başlangıçta Tanrı’nın benzerliğinde yaratılmış, fakat Tanrı’yı kendi benzerliğine dönüştürmeye çalışınca ahlaki çöküşü kaçınılmaz olmuştur (a.21).
Tabiatın Yaratıcısı’nı reddettiğinden, doğal düzenden sapkınlığa teslim edilmiştir (a.26- 27). Yüreği bir kötülük yuvası, dünyası ise kirli ve kokuşmuş bir bataklık haline gelmiştir (a.28-31). Buna rağmen işlediği günahlardan ve hatta başkalarının günah işlemesinden zevk alır (a.32). Yaptıklarının bir gün yargılanacağını bilmesine rağmen, bunları sürdürür. Bu da tanrısızlığının ve günahkârlığının büyüklüğünü açığa vurur ve kendini kurtarmaktan ne kadar aciz olduğunu bütünüyle gözler önüne serer.
Tanrı’nın Gazabı
Fakat bu bölüm sadece insanın günahı hakkında değildir. Aynı zamanda Tanrı’nın gazabı hakkında ciddi bir öğreti içerir. Tanrı’nın öfkeli olduğunu açıkça ilan eder. 18. ayet özel bir ilgiyi hak etmektedir. İçinde bulunduğumuz durum vahimdir ve Tanrı’nın öfkesi bunu kanıtlamaktadır. Tanrı bazı günahlara değil, bütün günahlara karşı öfkelidir. Bu öfke sadece bu günahların kendilerine değil, aynı zamanda bu günahları üreten insanın tanrısızlığı ve günahkârlığına yöneliktir. Tanrı günah karşısında kayıtsız kalamaz. Kutsal olduğundan, günahtan tiksinir; nefret eder. Adil Tanrı’nın büyük öfkesi, günahkârların üzerine akmaktadır. Tanrı günaha bizzat ve şiddetli biçimde karşılık verir. Ancak bu karşılık, öfkelendiğimizde yaşadığımız yakışıksız insani duygulardan farklıdır. Kutsal bir öfkedir. Ama, gerçekten öfkedir. Kötü niyetli ve kindar değildir. Bununla birlikte, acımasız bir öfkedir. Yakıp yok eden bir ateştir. Öfkeli Tanrı’nın eline düşmek, korkunç bir şeydir.
18. ayet, bu öfkenin sadece gelecekte açığa çıkacak bir öfke olduğunu söylemez. Pavlus şimdiki zaman kipi kullanarak yazmaktadır. Tanrı şu anda öfkelidir! Dünyada olup bitenleri bir seyirci gibi izlememektedir. Bu gerçek, Tanrı’nın insanları boş düşüncelere teslim ettiğini açıklayan 24, 26 ve 28 ayetlerinde gözler önüne serilmektedir. Şimdi 23 ve 24. ayetlere bakalım. İnsanlar Tanrı’ya tapınmaktansa kendi yarattıkları şeylere yücelik vermeyi tercih ettiler. Tanrı da onları kendi tutkularına teslim etti; onları terk etti. İnsanlar kendi tanrısız arzularına köle oldular ve bunun sonuçlarını biçmektedirler. Tercih ettikleri şeylerin kötü sonuçları olduğundan, kendileri de son derece utanç verici durumlara düştüler. Şimdi de 25-27. ayetlere bakalım. 25. ayet insanların Tanrı’nın yasakladığı şeyleri sevdiğini açıklamaktadır. Kendi arzuları, onlar için gerçekten daha değerlidir.
Yaratıcıları’nı sevmekten çok, kendi yarattıkları şeyleri sevdiler. Aşağılık olanı yüce olana tercih ettiler. Bu yüzden Tanrı onları zapt edemedikleri günahlı eğilimlere teslim etti (a.26-27). Cinsel sapkınlıklar ve bunu izleyen kişisel sonuçlar ortaya çıktı. Cinsel sapkınlıklarla dolu bir ulus şimdiden yargıya uğramış bir ulustur ve daha kötü sonuçlarla karşılaşacaktır. Eski Antlaşma’da anlatılan Sodom ve Gomorra bunun açık bir örneğidir. 28. ayete göre, insanlar düşüncelerinde Tanrı’ya yer vermek istememektedirler. Bu yüzden Tanrı, onları kendi istedikleri düşüncelere teslim etmiştir. Bu, Tanrı’nın karışmadığı bir düşünce hayatına sahip olmak demektir.
Yararsız düşüncelere teslim edilmiş bir zihin, uygunsuz ve yakışıksız şeyler dışında bir şey üretemez. 29-32. ayetlerin açıkça ifade ettiği gibi, bunu kötülüğün yarattığı bir karmaşa ortamı izlemektedir. Tanrı’yı düşüncelerinden çıkardıklarında ve uzaklaştırdıklarında, Tanrı benzerliğinde yaratılmış olan insanlara uygunsuz davranacaklardır. Tanrı’ya karşı işlenen günahın ardından insanlara karşı işlenen günahlar gelecektir. Bu bölümün sonunda sıralanan
günahların büyük bölümünü bu türdeki günahlar oluşturmaktadır. Bunlar, Tanrı’nın günahkâr insanlığa verdiği cezalardır. Tanrı onları kendi tercih ettikleri şeylere teslim etmiş ve bunların kötü sonuçlarıyla baş başa bırakmıştır.
Evlilikler yıkılmakta, suç oranları artmakta ve bu bölümde söz edilen diğer tüm dehşet verici şeyler giderek çoğalmaktadır. İnsanlar ışığa karşı çıktıklarında, Tanrı onları ışığı kendilerinden alarak cezalandırır. Geride insanlara kalan tek şey, tercih ettikleri zifiri karanlıktır. Bütün ahlaki çöküşe, insanın ruhsal isyanı neden olmuştur. Tanrı’ya geri dönmekten başka bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Müjde’de açıklanandan başka bir geri dönüş yolu da yoktur. Romalılar Mektubu, Müjde’nin bir özeti ve açıklamasıdır. Artık, bu kitabı anlamanın neden bu kadar önemli olduğunu kendiniz görebilirsiniz.
Yargı
Pavlus daha önceki ayetlerde, Tanrı’nın, her insanın vicdanına bütün kötülükleri yargılayacağını yazdığını söylemişti. İnsanın bunu bilmesine rağmen kötülük yapmayı sürdürmesi ve hatta bundan zevk duyması, insanın ne kadar günahkâr olduğunu göstermektedir. Hatta, insan başkalarını da kötülük yapmaya teşvik etmektedir. Ancak insan için bir kaçış yolu yoktur. Bir gün, Tanrı’nın yargı kürsüsüne çıkacaktır. Bu kesindir! Bu bölüm bizlere Tanrı’nın yargısının neye benzeyeceğini anlatır.
Yargılanmayı Hak Eden Herkes Yargılanacaktır
Elçi Pavlus, 2. ayette bizlere bunu söylemektedir. İnsanlar kendi sevdikleri veya beğenmedikleri şeylere göre değil, gerçeğe göre yargılanacaklardır. Yargı, vakanın gerçekleriyle tam bir uyum içinde olacaktır. Romalılar 1. Bölüm’de sıralanan günahları işiten ve bunlar karşısında dehşete düşen bir insan düşünün. Bu kişi tüm bu günahları kınar. Bunlar karşısında derinden sarsılır ve her birine karşı çıkar.
Ancak buna rağmen aynı doğaya sahiptir ve aynı şeyleri kendisi de yapmaktadır! Bu kişi Tanrı’nın yargısından kaçabilir mi? Hayır. Kendisi de yargılanmayı hak etmektedir ve yargılanacaktır. Yargı, vakanın gerçeklerine uygun olarak gerçekleşecektir. Gerçeğe uygun olacaktır. Günaha karşı olduğunuzu söylediğiniz için bağışlanmanız söz konusu değildir.
Pavlus 1. ayeti kaleme alırken, aklında böyle bir insan vardı: “Bu nedenle sen, ey başkasını yargılayan insan, kim olursan ol, özrün yoktur. Başkasını yargıladığın konuda kendini mahkûm ediyorsun. Çünkü ey yargılayan sen, aynı şeyleri yapıyorsun.” Benzer biçimde, 3. ayette de aynı kişiye hitap etmektedir:
“Bu gibi şeyleri yapanları yargılayan, ama aynısını yapan ey insan, Tanrı’nın yargısından kaçabileceğini mi sanıyorsun?” Yargılanmayı hak eden herkes yargılanacaktır. Elbette, Pavlus’un bu sözleri özellikle kendini haklı gören Yahudiler’i hedef almaktadır. Fakat aynı zamanda iyi niyetli ancak günahkâr olanlar ve Hıristiyanlar için de eşit derecede geçerlidir.
Herkes Yaptığı İşlere Uygun Olarak Yargılanacaktır
Bu gerçek bizlere 6. ayette öğretilmektedir. Yargı, kişinin eylemlerine uygun olarak gerçekleşecektir.
Yani kişinin işleri, o kişinin ödüle mi yoksa cezaya mı kavuşacağını belirleyecektir. Bu gerçek, tüm Kutsal Kitap boyunca öğretilir. Bu noktada, biraz durup Özdeyişler 24:12; Matta 16:27; 2. Korintliler 5:10 ve Vahiy 22:12 gibi bazı ayetler üzerinde düşünmek yararlı olacaktır. İnsanların yaptıkları işlere göre yargılanacak olmalarının nedeni şudur: Bir kişinin yaptığı işler, o kişinin nasıl biri olduğu hakkında bilgi verir. Şimdi 4 ve 5. ayetlere bakalım. Bir insan düşünün ki, hiçbir yargı belirtisi görmediği için Tanrı’nın “yumuşak” bir Tanrı olduğunu düşünüyor ve bu yüzden günah için hiç pişmanlık duymadan günah işlemeye devam ediyor. Siz böyle bir insan mısınız? O halde işlerinize göre yargılanacaksınız.
Tanrı “yumuşak” değildir. Size karşı naziktir ve sizi tövbeye yöneltmeyi arzulamaktadır. Ama siz bunun yerine ne yapıyorsunuz? Tanrı’nın iyiliğini, tahammülünü ve sabrını küçük görüyorsunuz. Böyle yapmakla, yüreğinizin kötü, katı ve pişmanlık duymayan bir yürek olduğunu kanıtladınız. Yapmakta başarılı olduğunuz tek şey, kendiniz için Tanrı’nın sürekli biriken gazap kâsesinden gazap üzerine gazap biriktirmek oldu. Tanrı’nın adil yargısı ortaya çıktığında, bu gazap sizi sonsuza dek yakacak ve harap edecek. Tanrı’nın yargısı, eylemlerinize göre olacak.
Şimdi, 7 ve 10. ayetlere bakıp bu kez farklı bir insan hayal edin. Bu kişi cennete gitme arzusuyla dolu. “İyilik yapıyor” ve bu konudaki gayreti hiçbir zaman gevşemiyor. Tanrı tarafından onurlandırılmayı istiyor ve sadece Tanrı’nın takdirinin önemli olduğunu düşünüyor. Bütün beklentileri ve arayışı sonsuz yaşama dayalı. Bu kişi, yaptığı işlere göre ödüllendirilecektir! Ödülü ise sonsuz yaşam, görkem, onur, esenlik ve aradığı ölümsüzlük olacaktır. Ne var ki, bu noktada tek bir sorun var. Siz böyle bir insan değilsiniz… ben de değilim. İsa Mesih dışında yeryüzündeki hiç kimse böyle değildir. Bununla birlikte, sözünü ettiğimiz ilke halen geçerlidir. Eğer böyle bir insan var olsaydı, o zaman bu ödüller onun için geçerli olacaktı. İşte bu mektup, yeryüzünde böyle bir insan var olmadığı için yazılmıştır. Günahkârların, kendilerini Tanrı’ya nasıl kabul ettirebileceklerini açıklamaktadır.
Şimdi de 8-9. ayetlerine bakarak başka bir insan düşünün. Bu kişi son derece bencil ve Tanrı’nın kendisinin efendisi olduğunu kabul etmiyor. Tanrı’nın gerçek sözüne itaat etmeyi reddediyor, ancak ruhsal boşluk diye bir şey olmadığı için haksızlığın peşinden gidiyor ve Tanrı’nın Yasası’na uygun olmayan şeylere kendini veriyor. Bunun gibi her insan yaptığı işlere göre yargılanacaktır. Eğer böyle bir insansanız, bu sizin için de geçerlidir. Tanrı’nın değişmez öfkesi böylelerinin üzerindedir. Bu, Tanrı’nın gazabıdır. Tanrı’nın onlara karşı öfkesi giderek artmaktadır. Bu, Tanrı’nın hiddetidir. Bu kişilerin karşılaşacakları sonuç sıkıntı, keder, acı ve ıstırap olacaktır. İkinci yargı ilkesi açıkça ifade edilmiştir. Uğrayacağımız yargı, yaptığımız işlere göre olacaktır.
Yargı tamamen tarafsız olacaktır
Burada söylenen, cezanın önce Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana verileceğidir (a.9). Benzer biçimde, ödül de önce Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana verilecektir (a.10). Çünkü Tanrı tamamen tarafsızdır (a.11).
Ödüle ve cezaya ilişkin ilkeler sırasıyla önce Yahudiler, sonra Yahudi olmayanlar için geçerlidir. Burada yalnızca bir sıra söz konusudur. Yahudiler ayrıcalıklı bir konuma sahip değildir; aynı biçimde Yahudi olmayanlar da herhangi bir şekilde dezavantajlı bir durumda değildir. Özel bir soydan gelip belirli bir ulusa tabi olanlar daha iyi veya daha kötü olarak nitelendirilemez. İster Yahudi ister başka bir ulustan olsun, ister Hıristiyan ister putperest veya tanrıtanımaz olsun herkes aynı muameleyi görecektir. Tanrı bütünüyle tarafsızdır.
Tanrı kimseyi kayırmaz. Rüşvet kabul etmez. Bir kimsenin ait olduğu ülke, ırk, cinsiyet, sosyal konum ya da sahip olduğu zekâ veya beceriler Tanrı’nın kararını etkilemez. O’nun adaleti kesindir ve doğruluğu kusursuzdur. Günahlarımızın hak ettiğinden daha acımasız veya günahlarımız için fazla hoşgörülü değildir. O’nun tüm yolları adildir. Bütünüyle haklı ve adildir. Tanrı’nın mutlak adaletinden sapmasına yol açacak hiçbir unsur veya etki söz konusu olamaz. Varlıklı ile dul, yakışıklı ile çirkin, eğitimli ile kara cahil Tanrı’nın huzurunda eşittir. Bu öğreti de ne kadar harika bir merhamet unsuru bulunmaktadır! Herkes hak ettiği gibi yargılanacaktır. Hiçbir şikâyet gerekçesi bulunmayacak. Oysa yargılanmak üzere insanların eline düşecek olmak bizler için ne kadar da korkunç olurdu!
Böylece yargılanmayı hak eden herkesin yargılanacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Yaptığımız işler nasıl olursa, uğrayacağımız yargı da buna uygun olacaktır. Ve bu yargı, tamamen tarafsız olacaktır. Peki, Tanrı bir işin iyi ya da kötü olduğuna neye göre karar vermektedir? Bu kararı hangi ölçüte göre vermektedir?
Yargı, Tanrı’nın Yasası’na dayalı olacaktır
12-15. ayetlerde bu açıkça belirtilmektedir. Yahudi olmayan bir tanrıtanımazı düşünelim. Bu kişi Tanrı’nın Yasası’nı hayatı boyunca ne görmüş ne de işitmiş olsun. Ama yaptıklarına bakın. Bu kişinin yaptığı işler, onun biraz da olsa yasa bilinci taşıdığını göstermektedir. Ve bu yasa, Tanrı’nın Yasası’dır! Anne babasına saygı göstermesi gerektiğini bilir. Malının çalınması durumunda sinirlenir. Sevdiği kişilerin hayatlarını, onlara zarar verebilecek veya onları öldürebilecek kimselerden korur. Başka bir adamın, kendi karısını almasına tahammül gösteremez. Bu kişinin Tanrı’nın beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci buyruklarının bilincinde olduğu açıkça görülmektedir.
Kendisine On Buyruk hiç öğretilmemiştir. Bu yüzden taşıdığı bu yasa bilinci On Buyruk’tan kaynaklanmaz. Bu bilinç, yaradılışının bir parçasıdır. Ahlak yasası doğasına işlenmiştir; yüreğindedir. Hem kendi davranışları hem de diğer insanların davranışları hakkında yargı yürütecek bir vicdana sahiptir. Böylece neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verebilir. İyi olanla kötü olanı ayırt etme yetisi her zaman mükemmel işlememektedir ama kesinlikle mevcuttur! Elinde yazılı bir yasa veya kanun bulunmamasına rağmen, yasaya sahiptir.
Peki, yasaya itaat eder mi? Hayır; bu yasaya karşı tekrar tekrar günah işler. Romalılar Mektubu’nun ilk bölümünde görmüş olduğumuz gibi, yasayı bilerek çiğnemektedir. Sürdüğü yaşam Tanrı’yı hoşnut etmez; mahvolmaktadır. 12, 14 ve 15. ayetlerde öğretilenler bunlardır. Bu ayetler tanrıtanımaz kimselerin başına gelecekleri açıkça bildirir. Böyleleri, diğer kimselerle aynı ölçüde ışığa sahip olmasa da, yine de bir miktar ışığa sahiptir. Bu ayetleri Romalılar Mektubu’nun ilk bölümüyle birlikte dikkate alacak olursak, tanrıtanımazların Tanrı, Tanrı’nın Yasası ve yargısı hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları ve bu yüzden davranışlarının hoş görülemeyeceği sonucuna varırız. Tanrıtanımaz kimse ışıktan yoksun değildir. Buna rağmen sahip olduğu ışığa karşı günah işlemeyi sürdürmektedir. Böyleleri mahva gitmektedir. Bu yüzden onlara Tanrı’nın Müjdesi’ni duyurmamız gerekmektedir! Şimdi de bir Yahudi’nin durumunu ele alalım. Aslında tanrıtanımaz birine göre daha iyi durumdadır. Elinde Kutsal Yasa vardır ve bu Yasa’yı bilmektedir. Bununla birlikte, bir kimseye Tanrı’nın huzuruna çıkabilme hakkını veren şey Yasa’ya sahip olmak değil, O’nu yerine getirmektir. Ve bu Yahudi Yasa’yı yerine getirmemektedir.
Pavlus, böyle birinin yargılanma ölçütünün çiğnediği Kutsal Yasa olduğunu ısrarla yineler. 12 ve 13. ayetler bunu öğretmektedir. Pavlus’un sözlerini yanlış anlamak mümkün değildir. Bir kimsenin elinde bulunan yasa, onun yargılanma ölçütü olacaktır. Ancak tüm insanlar, az veya çok, bir biçimde Tanrı’nın Yasası’na sahiptir! Bazılarında bu Yasa yazılı olarak bulunmaktadır; bu nedenle kendilerinden daha fazla şey beklenmektedir. Kime daha çok verilmişse, kendisinden de daha çok istenecektir. Bazılarıysa Yasa’ya sadece yüreklerine yazılı olarak sahiptirler. Fakat Tanrı, böylelerinin de Yasa’yı yerine getirmelerini bekler. Bununla birlikte, her iki türdeki insan da sahip olduğu ışığa uygun yaşamaz.
Tanrıtanımaz, ayrıcalıklı Yahudi kadar kabahatli değildir. Ancak her iki gruptaki insan da suçludur. Bu nedenle ikisi de mahva gitmektedir. Her ikisi için de belirleyici ölçüt, yerine getirmedikleri Tanrı’nın Yasası’dır. Yargı da Yasa’ya göre verilecektir! İnsanlara, “Mesih’i kabul edip etmediklerine” göre yargılanacaklarını söylemek hatalı ve uygunsuzdur. İnsanlara, Tanrı’nın yargı kurulu huzurunda yürütülecek yargının dayanağının, Tanrı’nın Yasası olduğunu söylememiz gerekmektedir. Bir kimse bunu gerçekten anladığında, ne kadar çaresiz olduğunun da farkına varır. Kendi kendini kurtarabileceğine dair tüm umutlarını yitirir. Bundan sonra, Mesih’in günahkârları kabul ettiğini işitmek bu kimse için en harika müjde olacaktır!
Yargı hakkındaki diğer bazı ayrıntılar
16. ayet, diğer ayetlerin sözünü etmediği bir takım ayrıntıları ele almaktadır. Bu ayet Tanrı’nın sadece herkesin tanık olduğu işleri değil, gizlice yapılan işleri de
yargılayacağının altını çizer.
Gizlice yapıldığı düşünülen hiçbir iş, Her şeyi Bilen Tanrı’dan gizlenemez. Yargı belirli bir günde gerçekleştirilecektir. Yargıç da İsa Mesih’in kendisinden başkası olmayacaktır. Pavlus, tüm bunların “Yaydığı Müjde” uyarınca olduğunu açıklar. Böylece, yargı hakkındaki bu vahyin tanrısal yetkiyle iletildiğini belirtir. Aynı zamanda yargının Müjde’den ayrı bir konu olmadığının da altını çizer. Yargı, Müjde bildirisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, Müjde duyurulurken dikkat çekilmesi gereken bir konudur.
‘‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’
Pavlus’un yargı hakkındaki öğretisi son derece açıktır. Fakat birçok insan bu gerçeği kabul etmemektedir. Tanrı’nın kendilerini yargılayacağı vicdanlarına yazılı olmasına rağmen, bunu kabul etmezler.
Pavlus’un döneminde yaşayan bir Yahudi, Tanrı’nın kendisine de tıpkı diğerlerine davrandığı gibi davranacağına inanmıyordu. Ne de olsa, Tanrı’nın kendisiyle antlaşma yaptığı bir ulusa mensup olduğunu simgelemek üzere daha küçücük yaşta sünnet olmuştu. Tanrıtanımazların aksine, elinde Tanrı’nın Yasası bulunuyordu. Kendisinden daha az ayrıcalığa sahip insanlarla aynı biçimde yargılanacağını kabul edemiyordu. ‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ diyordu.
Günümüzde de böyle insanlar yaşamaktadır. Bunların birçoğu vaftiz edilmiş, Tanrı’nın sözünü düzenli olarak işiten ve kiliseye giden insanlardır. Belki diğer insanların yargılanma yolunda ilerlediklerine inanabilirler. Ancak bunun kendi başlarına gelebileceğine inanmazlar. Tanrı’yı hoşnut edebileceklerine dair bir aldatmacaya kapılmışlardır. Karşılarına yargı gerçeği çıkarıldığında, onlar da “Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ demeye fazlasıyla yatkındırlar. Pavlus’un böyle insanlara verdiği yanıt, 13. ayette yer almaktadır: “Çünkü Tanrı katında aklanacak olanlar Yasa’yı işitenler değil, yerine getirenlerdir.” Bu ayet gerçekten
de, bu konuda söylenmesi gereken her şeyi dile getirmektedir. Ancak Pavlus bu bölümde öğretisini detaylandırır, genişletir ve vurgular. Hiç kimsenin, konunun önemini gözden kaçırmasına imkân vermez. Bu bölüm, yargı konusunda “Bunun benim başıma gelmesi mümkün değil” diye düşünen herkes içindir.
Kendine Güven
Pavlus, 17-20. ayetlerde o dönemde yaşayan Yahudiler’in kendilerine özellikle güvendiği bazı hususları dile getirir.
1. Kendini Yahudi olarak adlandırır ve bu adı gururla taşır. Bu ad, onu seçilmiş ırkın bir üyesi olarak nitelendirmektedir.
2. Kutsal Yasa’ya sahip olmasına güvenir. Ait olduğu ulusun Yasa’nın emanetçisi ve bekçisi olmasından dolayı gurur duyar.
3. Tanrı’yla sahip olduğu ilişkiyle övünür. Sadece kendi ulusu Tanrı’nın iyiliğine kavuşmuştur.
4. Aynı zamanda Tanrı’nın isteğini bilmekle övünür. ‘Sahip olduğumuz ışığa bakın, cahil tanrıtanımazlar gibi değiliz. Tanrı’nın sözlerini biliyoruz’ der.
5. Kendisine öğretilen Yasa’yı onaylamak ve kabul etmekle de övünür. Onu kusursuz olarak kabul eder.
6. Böylece kibirli bir şekilde kendisini körlere rehberlik etmeye, karanlıktaki dünyayı aydınlatmaya, akılsızları terbiye etmeye ve ‘bebekler’ olarak görüp küçümsediği öteki ulusları eğitmeye yeterli görür. Kendini üstün görerek böbürlenir.
7. ‘Biz, sadece biz gerçeği biliyoruz ’ diye gururla belirtir. Pavlus bunu inkâr etmez, ancak amacı Yahudiler’in bu konuda kendileriyle övündüklerini, alçakgönüllülük ve minnettarlıktan uzak olduklarını göstermektir.
Kısaca, Pavlus’un döneminde yaşayan bir Yahudi kendisinin benzersiz olduğunu düşünmekteydi. O özeldi. Tanrı ona, diğer herkesten farklı davranmıştı. Gelecekte yargılanırken, diğer herkesle tam olarak aynı muameleyi göreceğine nasıl inanabilirdi? ‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ dedi ve bundan emindi.
Bu, çok bariz bir hatadır. Ancak birçok kişi aynı hataya düşer. Belki de bu kitabın okuyucuları arasında bile Tanrı’nın kendisine özellikle iyi davrandığını, kendisine sözünü ve onu anlayıp sevme gücünü verdiğini düşünenler vardır. Böyleleri, yolunu kaybetmiş olanlara rehberlik etme ve karanlıktaki dünyayı aydınlatma görevini sadece kendilerinin yerine getirebileceğinden emindir. Ve bununla gurur duyar duruma gelmişlerdir. Belki siz de böyle birisiniz. Öyleyse, Pavlus’un sıradaki sözlerini inceleyin.
Kendine güvenin yıkılışı
Pavlus 21-24. ayetlerde bir dizi sivri soru yöneltir. ‘Övündüğün şeyleri duydum. Peki ya yaptıkların?
Başkalarına öğretiyorsun, peki ya kendine? Başkalarına söylediklerini kendi uyguluyor musun? İnsanlara çalmamalarını söylüyorsun, peki sen çalıyor musun? Zina etmenin kötü olduğunu söylüyorsun, peki kendin zina ediyor musun? Putperestliğe karşı çıkıyorsun, peki kendin, örneğin Rab’be zaman ayırmaktan bıkarak, ondalığını vermeyerek ve Malaki Peygamber’in dönemindeki gibi kendini ölü ibadetlere vererek kutsal değerlere saygısızlık ediyor musun? ‘Kutsal Yasa’yla övünüyorsun, ama buna rağmen onu çiğniyorsun. Böyle yapmakla Tanrı’yı, tanrıtanımazların Yasa’yı çiğnemekle yaptıklarından daha çok aşağılıyorsun. Sizin aksinize, onlar Tanrı’nın halkı olduklarını iddia etmezler. Övünmek için bir nedeniniz yok, tam aksine yerinmelisiniz. Yahudi olmayanlar, halkının nasıl davrandığına bakarak Tanrı’nın karakteri hakkında sonuçlar çıkarırlar. Sizin davranışlarınız, onların Tanrı’nın adını aşağılamasına neden oluyor. Sizin suçunuz, ışığa karşı günah işlemektir. Buna rağmen yine de Tanrı’nın sizi yargılamayacağını düşünüyorsunuz! Tanrı’nın, sizi ötekilerden çok yargılamak için daha az değil, daha çok nedeni var!’
Öğretilerinin saflığıyla övünenler, aynı zamanda kutsal bir yaşam sürmeye dikkat etmelidir. Tanrı’nın sözünü başkalarından daha iyi anladığınızı mı düşünüyorsunuz? Peki, Tanrı’nın sözüne uygun yaşıyor musunuz? Davranışlarınız gerçeğe bağlılığınıza uygun mu? İmansızlar, Tanrı’nın karakteri hakkında sizin yaşam biçiminize bakarak fikir sahibi olur. Eğer Tanrı’nın yargısı hakkında “bunun başıma gelmesi mümkün değil” diye düşünüyorsanız, kendinizi kandırıyorsunuz. Başınıza gelebilir; hatta gelecektir.
Sünnete Güven
Şimdi, Pavlus’un sünnet konusunu ayrıntılı olarak ele aldığı 25-29 ayetlerine bakalım.
O dönemde yaşayan bir Yahudi, bedeninde dışsal, gözle görülür ve kalıcı antlaşma simgesini taşımaktan son derece gurur duyuyordu. Bu simgeyi, Tanrı tarafından yargılanmamak için bir güvence olarak görüyordu. Tanrı antlaşma simgesini taşıyanlara, bu simgeden yoksun olanlarla aynı muameleyi nasıl yapabilirdi? Yahudiler, bu simgeyi bedeninde taşıyan ilk kişi olan İbrahim’in soyundan geldikleri gerçeği üzerinde düşünüyorlardı. Böylece bir Yahudi, İbrahim’in çocuklarından biri ve Tanrı’nın İbrahim’e vermiş olduğu vaatlerin mirasçısıydı. Antlaşma simgesi olan sünnet, bunun daimi bir hatırlatıcısıydı. Tanrı böyle birini, ayrıcalıklı soydan gelmeyenlerle birlikte nasıl yargılayabilirdi? Bu soy argümanı ikna edici görünüyordu ve Pavlus’un döneminde yaşayan Yahudiler’i tatmin ediyordu. Göstermelik törenlere ve dini geleneklere dayalı iddialar günümüzde bile ikna edici güce sahiptir. Kurtuluş umudunun tümünü vaftiz törenine bağlamış sayısız insan vardır, bazıları ise Kutsal Kitap okumak, kiliseye gitmek veya Rab’bin Sofrası’na katılmak gibi göstermelik eylemlere güvenmektedir. Oysa Tanrı birçok kişinin, hataya düşerek umut bağladığı göstermelik ve gözle görülen eylemlere değil, sadece yüreğe bakar. Pavlus bu konu hakkında, o günün Yahudileri’ne ne söylemiştir?
Sünnete güvenin yıkılışı
Şimdi de, Elçi Pavlus’un görüşlerini 25. ayetten 29. ayete kadar tek tek inceleyelim. Pavlus 25. ayette, sünnetin kendi başına bir amaç olmadığını bildirir. Sünnet sadece bir şeyin simgesidir. Aslında, Tanrı’ya ayrılmış olmanın bir simgesidir. Eğer Tanrı’ya ayrılmışsanız, elbette bu simgenin bir önemi vardır. Ancak, Tanrı’nın Yasası’nı çiğneyerek Tanrı’ya ayrılmış olmadığınızı gösteriyorsanız, o zaman bu simgenin ne gibi bir anlamı olabilir? Simgeyi taşımanıza rağmen iç varlığınızda bu simgenin anlamını gerçekten yaşamıyorsanız, bunun nasıl bir anlamı olabilir? Göstermelik bir simge, kendisine eşlik etmesi gereken kutsal ve faziletli bir yaşam olmaksızın kendi başına yararsızdır. Fakat bir kimse yüreğinde ruhsal lütfa sahipse, göstermelik ve gözle görülür simgeyi taşıyıp taşımaması önemli değildir.