LEYLÂ VE MECNÛN HİKÂYESİ - 1 (Giriş)

yGRq...EdcL
4 Feb 2024
30

Yazılarımda hikayenin geniş bir özetini ve Mecnun'un Leyla'ya yazmış olduğu gazellerin yorumlarını bulacaksanız. Uzun bir yazı dizisi olacağından dolayı sizleri sıkmamak için kısa bölümler halinde yayınlayacağım.

İyi okumalar dilerim, umarım zevk alırsınız....



KISA BİR AÇIKLAMA:


Türk edebiyatında ilk olarak Gülşehri’nin Mantıku’t-tayr’ında ve Âşık Paşa’nın Garibname’sinde yer bulan Leylâ ve Mecnûn hikâyesinin aslı bir Arap efsanesine dayanmaktatır. Mesnevi tarzında ilk olarak İranlı şair Genceli Nizami tarafından yazılan bu aşk hikâyesi edebiyatımızda birçok şair tarafından mesnevi formunda ele alınmıştır. Bu mesnevilerin en meşhuru Fuzulî’ye aittir. Fuzulî eserinde beşeri aşkın İlahi aşka dönüşmesini ele alırken estetikten ödün vermemiş, Leylâ ve Mecnûn hikâyesini okuyucuya zevk verecek şekilde dile getirerek Türk edebiyatındaki en güzel Leylâ ve Mecnûn mesnevilerinden birini ortaya çıkarmıştır.


GİRİŞ


Divan edebiyatında en çok ele alınan konulardan biri “aşk”tır. Şairlerimiz aşk konusunu mecazî aşk olarak adlandırılan beşeri aşk olarak ele aldıkları gibi İlahi aşk olarak tarif edilen Allah aşkı olarak da ele almışlardır. Fuzulî’nin Leylâ ve Mecnûn hikâyesinde olduğu gibi her ikisi beraber yoğrularak okuyucunun zevkine sunulan eserler de mevcuttur.

          

İlahi aşk tasavvufi aşktır. Tasavvufi düşüncede kâinattaki her şey Allah’ın varlığını gösteren delillerdir ve O’nun isimlerinin yansımasıdır. Mevcut her güzel şeyin kaynağı Allah’tandır. İnsan bu dünyadaki güzelliklere âşık olur ve sahip olmak ister. Onların peşinden koştukça kendisinden kaçtığını farkeder ve fakat sonunda bütün bu güzelliklerin mutlak bir Güzel’den kaynaklandığını anlar. Tasavvufi düşünceye göre insan kâinat aynasındaki güzelliklere değil o güzelliklerin kaynağı olan hakiki Güzel’e kalbini bağlamalıdır. Tasavvufta şart olmasa da hakiki aşka ulaşan yola mecazî aşktan da ulaşılabilir.

           

Fuzulî ‘nin Leylâ ve Mecnûn mesnevisinde beşeri aşk olarak başlayan hikâye, ilk olarak Mecnûn’un sonrasında Leylâ’nın İlahi aşka ulaşmaları ve bu dünyadan ayrılmalarıyla sonuçlanmaktadır. Mecnûn’un Leylâ’ya olan aşkıyla kendini çöllere vurması, ona olan aşkının şiddetiyle aşkın mertebelerini birer birer geçerek hakiki Sevgili’ye ulaşması ve sonrasında Leylâ’ya fiziken kavuşmasına sebep olacak engeller ortadan kalkmış olsa da Leylâ’yı reddetmesi şair tarafından harikulade bir şeklide dile getirilmiştir. Leylâ her ne kadar Mecnûn’un onu reddetmesini önceleri çok üzülse de sonrasında Mecnûn’un geçirdiği dönüşümü anlamış ve kaderine razı olmuştur. Bu hikâyeyi kısaca Mecnûn’un ve dolayısıyla da Leylâ‘nın dönüşüm hikâyesi olarak adlandırabiliriz.



LEYLÂ ve MECNÛN


Hikâyeye Arap kavimlerine başkanlık eden şerefli, itibarlı ve insanların teveccühünü kazanmış bir kişi olan Mecnûn’un babasından bahsedilerek başlanır. Her türden malı ve mülkü olan bu zengin, asil kişi zamanını sürekli Basra’dan Bağdat’a kadar olan bölgelerde gezmekle geçirmektedir. Fakat bu dünyada sahip olduğu zenginlikleri ve güzellikleri bırakabileceği bir halefi yoktur. Soyunun devam etmesi için birçok güzelle evlenir, adaklar adar, dualar eder ve sonunda Cenab-ı Hak ona bir erkek evlat nasip eder. Buna çok sevinen anne ve baba hazinelerinden sayısız hediyeleri şükür olarak dağıtırlar ve çocuğa Kays ismini verirler.

           

Çocuğun daha dünyaya gelmesiyle beraber ağlaması aslında onun hayat serancamesinin nasıl olacağı hususunda verdiği bir ipucudur. Onun hal dili gülmeye değil ağlamaya, dünyaya değil ahirete, Leylâ’ya değil Mevla’ya talip olacağı bir yola gireceğinin işaretidir.


Kays on yaşına gelince babası şanına yakışır bir sünnet düğünü tertip eder ve sünnetin ardından hikâyede şairin tutku sancısının başlangıcı olarak tarif ettiği bütün olayların başlangıcına sebep olan Kays’ın okula başlaması yer alır. Kays okulda sevmekten kaçamıyacağı güzelliği tarifsiz bir kızla arkadaşlık kurar. Kızın ismi Leylâ’dır. Kays da güzellikte Leylâ’dan geride değildir hatta ileridedir. Şair bu durumu, Kays eğer kendi yanağını aynada görseydi Leylâ’ya heves etmezdi diyerek ifade ediyor.


Bu iki güzel okulda hemen kaynaşırlar ve birbirlerine âşık olurlar. Zamanla öyle bir hemdem olurlar ki sanki canları bir potada erir ve iki bedende atan tek bir cana dönüşürler. İki âşık her ne kadar tedbirli hareket edip aşklarını gizlemeye çalışsalar da aşkları dile düşer ve insanların ayıplamaları başlar. Dedikodular Leylâ’nın annesine kadar ulaşınca annesi Leylâ’yı azarlar. Ona şerefli isimlerine leke getirmemesini, bir oğlana âşık olup dile düşmemesini, dikkatli olmasını, dışarı çıkmayarak kendisini gizlemesini tembihler ve babasının duyarsa daha şiddetli tepki vereceğini söyleyerek artık okula gitmemesini, evde kalmasını ve Kays’la görüşmeyi kesmesini ister.


Leylâ annesinin azar ve nasihatları sonrası aşkını inkâr etme yolunu tercih eder. Çünkü yaşı küçüktür, tecrübesizdir ve tedbir yolunu bilmemektedir. Her çocuk gibi zaten okula gitmek istemediğini, annesinin bahsettiği aşk denilen mevhumu bilmediğini ve annesinin sözlerinden kafasının karıştığını söyleyerek annesini sakinleştirir. Annesi Leylâ’nın âşıklıktan haberi olmadığını ve söylentilerin gerçek olmadığına kanaat getirerek teselli olur.



Devam edecek....




           


Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to Blackcap

0 Comments

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.