YARALİ YÜZ

7shA...DBoh
23 Jan 2024
29


Scarface (1983) 

YÖNETMEN: Brian De Palma OYUNCULAR: Al Pacino, Michelle Pfeiffer, Steven Bauer, Robert Loggia, Mary Elizabeth Mastrantonio, F. Murray Abraham. SENARYO: Oliver Stone YAPIMCI: Martin Bregman. 164 dakika 


Bir film karakterini hayatınıza en fazla ne kadar alabilirsiniz? Ya da böyle bir şey normal mi sizce? Bir insan, evinin birçok yerine bir film karakterinin resimlerini asmayı neden ister? Özellikle de bu film karakteri kusurları olan biri, hele de kara cahil bir suçluysa? İşte biz böyle bir adamın hikayesini, neredeyse 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, bıkmadan usanmadan hâlâ ilk seyredişimizde aldığımız hazza yakın bir hazla gözümüzü kırpmadan izlemekteyiz. Bu hırçın adamın sonunun iyi gelmeyeceğini bile bile onu hatalarıyla kabul eder ve severiz. Malum sonu geldiğinde de garip bir hüzünle cenazesini kaldırırız hep birlikte... Allah rahmet eylesin Tony Montana... Kötü bir adamdın ama biz seni çok sevdik...

Howard Hughes’un yapımcılığında Howard Hawks’ın yönettiği ve başrolünde Paul Muni’nin olduğu 1932 yapımı orijinal “Scarface”, İtalyan asıllı bir Amerikan gangsterinin yükseliş ve düşüş hikayesini anlatır. Safkan bir anti-kahraman filmidir ve 1930’ların karakter oyuncusu Paul Muni’nin en güzel performansını da içinde barındırır. Yapımcı Martin Bregman 1980’lerin başında bu filmin bir ‘yeniden çevrimi’ni yapmak istediğinde kesin olan tek bir fakir vardır kafasında: Tony’i Al Pacino oynamalıdır… Senaryo siparişini Oliver Stone’a verir. Stone şiddet dozu yüksek bir senaryo yazdığı için yönetmen olarak düşünülen Sidney Lumet projeden çekilir. O zamanlar çiçeği burnunda bir yönetmen olan Stone filmi çekmek ister ama kariyerinde henüz iki başarısız film ve “Geceyarısı Ekspresi”nin (Midnight Express) senaryosu vardır. (O iki film: “Seizure” (1974) ve “The Hand” (1981). Bu film Pacino’lu büyük bir film olarak planlanmıştır ve Stone’a teslim edilmez. Yönetmen olarak Brian De Palma ile anlaşılır... 



Amerikalı bağımsız yönetmen Jim Jarmusch bir röportajında Scarface’i her yıl en az bir kere seyrettiğini belirtmiştir. Amerikalı hip hop sanatçılarından biri filmi 63 kez seyrettiğini ve Tony Montana’yı kendisi gibi sokaklardan geldiği için sevdiğini söylemiştir. Los Angeles’da Afro-Amerikalıların işlettiği her dükkanda filmin dev posterlerini görmeniz mümkündür. Pek çok genç yönetmen özellikle suç filmi çekiyorsa, bir sahnede mutlaka onun posterini bir sahnede kullanır ve bu filme olan sevgisini bir şekilde belli eder. Hâlâ bugün bile filmin çeşitli versiyondaki posterleri dünyanın her yerinde yok satmaktadır. Hollywood’un bu en büyük anti kahramanı Tony Montana, hepimizin kuytularında yer edinen hırsının kurbanı, gözünün gördüğü herşeye sahip olmak isteyen, ‘öteki’lerimizden sadece biridir aslında. 


Brian De Palma’nın 1983 yılında çektiği "Scarface"in, ilk çevrimiyle arasında çok büyük farklar bulunmakta. Bu farklardan en belirgin olanı Stone'un senaryosunun uyuşturucu dünyasına gerçekçi bir bakış atması ve De Palma'nın Montana’nın ruh dünyasına derinlemesine girme çabasıdır... 


Küba’dan Sevgilerle… 

Küba’nın diktatör lideri Fidel Castro 1980 yılında Küba vatandaşlarına Amerika’daki ailelerini görebilmeleri için sınırı açtı. Ama bunu yaparken büyük bir kurnazlıkla, ülkesinin sabıkalılarını da düşmanı olduğu Amerikan topraklarının başına dert açması için teknelere yerleştirmişti. Pek çok dürüst Kübalı’yla birlikte Amerikan rüyasına ulaşmak isteyen sokak gangsterleri de bu fırsatla ülke sınırlarına girmiş oldular. Filmin kahramanı Antonio Montana (Al Pacino) da, Castro’nun baskılı Küba’sından Amerika’ya kaçan göçmenlerden biridir. 


Film onun Amerikan göçmen bürosunda sorguya çekilmesiyle başlar. Sokak ağzıyla konuşan Montana durmadan komünizmi kötüler. Agresiftir ve kamera sahne boyunca etrafında dolanarak onun yüzünü, tüm o sinirli mimiklerini bize daha ilk sahnede olduğu gibi gösterir. Tony bu sahnede çocukken babasıyla gittiği filmlerden bahseder. Humphrey Bogart ve James Cagney gibi sert adamların gangster filmlerinin hayranıdır. Pek de inandırıcı olamayan bir tavırla yüzündeki yaranın çocukken girdiği bir kavgada olduğunu söyler. Küba’da Castro baskısından söz eder. Daha ilk diyaloglarında güven vermeyen bir profil çizmiştir. 


Gözüktüğü ilk sahnelerden itibaren Tony Montana’nın çok büyük bir hırsı olduğunu anlarız. Tony’i böylesine hırçın yapan şey para ve güce olan zaafıdır. Varolmanın sahip olmakla ilgili olduğunu düşünen, ama hiç bir şeye sahip olamamış bir ‘kayıp’tır Tony. Komünizme her fırsatta küfür eden ama kapitalizme bulaşınca da mutluluğu orada da bulamayacak bir adamdır. Varolabilmek için güçlü ve herşeye sahip olmak zorundadır. Film boyunca onun kaplanlara olan hayranlığına göndermeler yapılır. (İlk arabasının koltukları bile kaplan desenlidir). Amerika’da çalışma izni alabilmesi için yerleştirildikleri mülteci kampında Castro’ya yakın olan bir adamı öldürmesi istenir. “Bir komünisti zevk için bile öldürürüm” diyen Tony, Küba’dan beraber geldiği en yakın arkadaşı Manolo Ribera (Steven Bauer) ile birlikte bunu gerçekleştirir. Tony’nin Amerika macerası da asıl o zaman başlar. Önceleri Miami’de bir büfede bulaşık yıkayarak geçinir ve kapitalizmin parlak yüzüyle ilk o zaman tanışır. Küçük karavan-büfeden lüks lokantalara giden zengin tabakasını seyrederken “Ben Castro’dan buraya bulaşık yıkamak için kaçmadım. Şunlara bak Manny... Benim sahip olmadığım neye sahipler?” diye söylenir. 


Miami’de uyuşturucu işi çeviren Frank Lopez’in (Robert Loggia) adamı Omar (F. Murray Abraham) onları basit bir mal boşaltma işi için kiralamak ister. Ancak Tony bu küçük işleri istememektedir. Omar da onları Kolombiyalı bir grupla gerçekleştirilecek bir kokain-para değişiminde kullanmaya karar verir. Randevu yeri olarak belirlenen otel odasında Kolombiyalılar parayı alıp malın da üzerine konmak istediklerinde Tony’nin gözükaralığı ortaya çıkacaktır. Kolombiyalılar Tony’nin Küba’dan tanıdığı ve yanına aldığı genç çocuklardan birini ellerinden bağlayıp elektrikli testereyle onun gözleri önünde doğrarlar. Zor da olsa bu kötü durumdan kurtulan Tony, Kolombiyalı taciri sokak ortasında idam eder. 

Lopez’in hem parasını ve itibarını korumuştur hem de ona malı bedavaya sağlamıştır. Merdivenin ilk basamağına gelmiş ve Lopez’le tanışma fırsatını yakalamıştır. Ama Tony için bu hız bile yeterli değildir. Herşeyin fazlasını, hemen istemektedir. Nitekim Lopez’le daha ilk tanışmasında metresi Elvira’ya (Michelle Pfeiffer) göz koymuştur bile. Tony’nin Elvira’yı ilk gördüğü sahne ilginçtir. Tony, Lopez’in evinde salonda otururken Elvira üst kattan cam bir asansörle yavaş yavaş aşağı iner. Tony için gelen bir melek gibidir adeta Elvira. Gökyüzünden süzülerek onun yanına konmuştur.  


Tony, Lopez’in gözüne girmiştir ama Lopez de ona ilk kuralını koymayı ihmal etmez: “Haddini bil. Payını olduğundan fazla abartma.” Bu Tony için ilk uyarıdır. Lopez ona iki önemli kuraldan daha bahseder: “Başkalarının açgözlülüğünü hafife alma” ve “sattığın malla kafayı bulma”... Tony’nin zamanla ezip geçeceği kurallardır bunlar... Ama bir süre sonra Lopez de ilk kuralını kendi çiğneyecektir. Tony’nin açgözlülüğünü hafife alarak...


Tony bir süre sonra paralanmış ve Lopez gibi beyaz takımları çekmiştir üzerine. Amerika’ya daha önce gelen annesi ve kızkardeşi Gina’yı (Mary Elizabeth Mastrantonio) görmeye gider. Aslında amacı daha çok hava atmaktır. “Oğlun artık yırttı anne” der ve masaya 1000 dolar koyar. Anne bundan hiç etkilenmez ve Tony’yi evinden kovar. Oysa kızkardeş Gina’nın da Tony gibi gözü yükseklerdedir. 


Dünya senindir! 

Lopez, Tony’yi adamı Omar’la Bolivya’ya uyuşturucu satıcısı Sosa (Paul Shenar) ile anlaşma yapması için gönderir. Sosa ise kendisine Amerika bağlantısı arıyordur ve Montana’nın güç ve para hırsını keşfettiği için onu Lopez’e karşı ayartıp Amerika’daki adamı yapmak ister. Omar’ı adamlarına öldürten Sosa da Montana’ya kendi yasağını koyar: “Beni sakın aldatma Tony!” 

Tony, Miami’ye döndüğünde, Lopez olacakları önceden görür gibi onu uyarır ve Sosa’ya güvenmemesini söyler. Bir yandan Lopez’in metresi Elvira’ya da asılan Tony, Lopez’in düşmanlığını da kazanmıştır artık.  


Tony, Babylon (Tanrının kızdığı ve cezalandırdığı, zevk-i sefa içinde yaşayan kibirli insanların şehri Babil) adlı gece kulübünde tüm bu olayların üzerine Gina’yı bir adamla pistte dansederken görür. Yönetmen De Palma bize Tony’nin bu sahne karşısındaki deli bakışlarını uzun uzun gösterir. Kardeşine ve ona asılan adama büyük bir hışımla saldıran Tony’yi Manny sakinleştirir. Manny de aslında Tony’nin koyduğu bir kuralı bozmak üzeredir. Çünkü Tony ona daha önce kızkardeşinden uzak durması kuralını koyduğu halde Gina’dan hoşlanmıştır. Aynı gece bir sinek gibi ortalarda dolaşan ve rüşvet arayan yoz polis dedektifi bile Tony’ye kendi kurallarını hatırlatır.


Lopez’in adamları o gece Tony’yi Babylon’da öldürmeye çalışırlar. Tony bu suikastten kurtulur ve hemen ertesinde ayaklarına kapanan Lopez’i affetmediği gibi yoz polisi de haklar. O gece Elvira’yı yanına alan Tony, onun toparlanmasını beklerken gökyüzünde sakin sakin süzülen bir reklam zeplinine bakar. Zeplinde şu cümle yazıyordur: “Dünya senindir”. Bu cümle Amerikan rüyasının bir temsili olarak Tony’nin cümlesi olur. Onun istediği de en başından beri budur. O yaşına kadar hayatında hiçbir şeye sahip olamamıştır ama her şeye sahip olmak istemiştir. 


Filmi iki perdeye ayırsak tam bu nokta ilk perdenin finalini oluşturur... İlk bölümde Tony’nin kendisine konan tüm kuralları birer birer çiğneyerek zirveye ulaşmasını seyrederiz. Filmin bundan sonraki bölümünde ise ilk bölümdeki her şey tersyüz olacaktır.

Ve ikinci perde 

Yaralı Yüz’ün ikinci bölümü para sayma işlemiyle başlar. Tony’nin kazandığı paralar sayılırken aradan geçen zamanda onun zirveye yerleşmesine şahit oluruz. Elvira ile evlenmiştir. Çok büyük bir malikanede yaşamaya başlamıştır. Ancak güçlendikçe paranoyası da giderek artar. Güvenlik önlemleri için su gibi paralar harcar. 


Tony filmin başından beri patlamayı bekleyen bir bomba gibidir. Sahneler ilerledikçe “tik tak” seslerini duyar gibi oluruz sanki. İstediği herşeye sahiptir ama dengesizliği giderek artıyordur. Herkese lanet okur ve çevresindeki insanlara sataşır. Özellikle Elvira’yı, yani ilk bölümde kazandığı prensesini/meleğini sık sık aşağılar. Ona bir çocuk vermediği için ondan nefret eder. Çünkü Tony’nin kendi kanından olmayan bir kişiyi sevmesi çok zordur. Sevgi duygusuyla olan tek bağlantısı kanbağıdır onun için. O yüzden kızkardeşi Gina’yı da abartılı bir şekilde çok sever.


Beklenmedik bir şekilde bir kirli para aklama operasyonunda polis tarafından tutuklanınca Sosa onu bir iyilik karşılığında kurtaracağını söyler. Birleşmiş Milletler’den biri, Bolivya’daki uyuşturucu mafyasına savaş açmıştır. Sosa, Tony’den bu adamın öldürülmesi için yardım ister ve en iyi adamını Tony’nin yanına yollar. Suikast, yetkilinin arabasında olacaktır. Ama adamın karısı ve iki çocuğu da arabaya binince Tony suikastten vazgeçmek ister. Adamın karısı ve çocuklarını öldürmek istemiyordur. Tüm aşırılıklarına karşın Tony’nin yine de bir vicdanı vardır. Ancak Sosa’nın adamı suikastten vazgeçmek istemeyince Tony sonuçlarının ne olacağına aldırmayıp hiç tereddüt etmeden onu öldürür. Böylece Sosa’nın da yasağı çiğnenmiştir. 


Bu olaylar sırasında Elvira onu terketmiş, dostu Manny de bir türlü bulunamamaktadır. Sonunda Tony, onu kızkardeşinin evinde yakalayınca şoke olur ve gözü dönmüş bir şekilde en yakın arkadaşını hemen oracıkta öldürür. Halbuki Manny, Gina’yla sürpriz bir evlilik yapmıştır. Ama Tony için ilk gördüğü manzara yeterlidir. Bu manzaranın ona ilk söylediği şey dostunun ona ‘yamuk’ yaptığıdır. Film boyunca herkesin birbirine kural koyduğunu görürüz ama bu kurallar hep zincirleme bir şekilde bozulur. Bedelleri ise hep kanla ödenir. 


Kızkardeşini alıp malikaneye döndüğünde Sosa’yla telefonda kavga eder. Sosa ona son cümlesini söyler: “Yapmayacaktın Tony. Bana kazık atmayacaktın. Sana söylemiştim.” Tony çıldırır ve kontrolünü kaybederek o gece kokaine verir kendisini. Son kural olan “kendi malını kullanmayacaksın” da böylece çiğnenir.


Aynı gece Sosa’nın adamları Tony’nin evini basarlar. Tony bunu, karşısına histerik bir şekilde elinde silahla çıkan kızkardeşi bu adamlarca öldürüldüğünde farkeder ve deliye döner. Paranoyası sonucu odasında oluşturduğu cephanelikle sonuna kadar çarpışır. Bu çatışma sahneleri Brian De Palma’nın çok iyi başardığı bir ‘ritüelleştirme’ örneğidir. Bol yavaşlatılmış çekimli (slow motion) planlar ve Giorgio Moroder’in müzikleri eşliğinde vücutlara giren kurşunlar onlara dans ediyorlarmış hissini vermektedirler...


Tony’nin ölümünün kısa ve acısız olmasına imkan yoktur. Beraberinde pek çok can götürmeyi başarır. Nihayetinde Tony’nin delik deşik edilmiş cesedi kendi evinin havuzuna düştüğünde havuzdaki heykelin üzerindeki şu yazıyı görürüz: “Dünya senindir”... Dünya bir süreliğine Tony’nin olmuş gibidir belki, ama bedeli de çok ağır olmuştur. 


Bir Al Pacino klasiği 
Film boyunca seyirci hikayede Tony Montana ile beraber ilerler. Tony’nin olmadığı bir sahne yok gibidir. Hatta Manny’nin Tony’nin kızkardeşiyle evlendiği gibi sürprizleri biz de Tony’yle beraber öğreniriz.  

Şüphesiz dev bir film “Yaralı Yüz”. Stilize anlatımı ve içerdiği tüm performanslarla bir Amerikan rüyasının çöküşünü en güzel kotaran örneklerden biri. Filmin her bir sahnesinin psikolojisini, olabilecek en keskin açıdan görürüz. Özellikle Tony’nin duygudan duyguya geçişi seyirciye hem Pacino’nun performansı hem de De Palma’nın tercih ettiği kamera açılarıyla ustalıkla iletilir. De Palma kamerasını ne zamanlar Tony’nin yüzüne yaklaştıracağını çok iyi bilmektedir. 

Al Pacino’nun Tony Montana karakterinde mükemmel bir oyunculuk performansı sergilediğini söylemeye gerek yok. Pacino film boyunca cesurmuş gibi görünen, ama aslında hayatı tamamen blöf olan Tony'yi eksiksiz bir inandırıcılıkla yorumlar bize. Pacino bize onu çok da sevdirmeye çalışmaz. Ama onu espri duygusundan yoksun bir adam olarak da göstermez. Kendince sevimli olduğu noktalar, mimikler ve tavırlar De Palma ve Pacino etkisiyle ara ara kendisini gösterir. Montana’yı sevmemizdeki en büyük sır, onun sahici olarak karşımıza çıkarılmasıdır. Bütün hataları ve zaaflarıyla karşımızda çırılçıplaktır. Tony Montana gibi Michelle Pfeiffer'ın soğuk Elvira'sı da asla karınız olmasını istemeyeceğiniz bir kadındır. Lopez'leyken gidecek bir yeri olmadığı için onunlaymış izlenimi veren ve nitekim Lopez, Tony tarafından öldürüldükten sonra da kuzu kuzu Tony'ye gelen Elvira, kişiliğini çoktan kaybetmiş ve uyuşturucuyu sığınak olarak kabul etmiş bir kadındır. Ve filmde gösterilmese de hayatı büyük olasılıkla aşırı dozdan ölümle sonuçlanacaktır.Filmde rol alan diğer oyuncular, başta Manny Ribera’yı oynayan Steven Bauer olmak üzere başarılı performanslar sergilemekte. Giorgio Moroder’in dönemin müzikalitesine uygun müzikleri de filmin arka fonunu süslemekte. 


“Yaralı Yüz” bir Amerikan gangsterinin uzun, epik bir hikayesini neredeyse tüm ayrıntılarıyla gözler önüne serer. De Palma ve filmin senaryosunu yazan Oliver Stone, cebinde beş parası olmadan Miami açıklarından Amerika’ya gelen bir ‘yabancı’nın iki yıl içerisinde nasıl zirveye çıkabileceğini son derece inandırıcı bir şekilde gösterirler bize. Küba ve Kolombiya bağlantılarının yanısıra Amerikan rüyasının bizzat oluşmasında büyük katkısı olan Amerikan kapitalizmini de eleştirirler. Bütün filmi bir anlamda hem Yunan tragedyalarına hem de William Shakespeare’in III. Richard’ına benzetmek mümkün. Film her iki kaynaktan da esinler taşımakta. 


“Yaralı Yüz” çağımızın modern klasikleri arasına girmiş ve hâlâ Al Pacino’nun kendi rol aldığı filmler arasında favorilerinden biri olduğunu söylediği unutulmaz bir suç filmi olarak sinema tarihindeki yerini korumaktadır.


BULB: The Future of Social Media in Web3

Learn more

Enjoy this blog? Subscribe to abdurrahman

1 Comment