Eminönü

7AqM...pbJu
18 Jan 2024
38

SİRKECİ & EMİNÖNÜ GEZİSİ: İSTANBUL BARIŞALIM MI?
Ah İstanbul, canım İstanbul, sen iyisin de çevren kötü be. Bu aralar hepimiz sana bir sebepten bozuk atıyor, özünde ayrılmak istediğimiz halde alışkanlıktan bir türlü kopamadığımız sevgili muamelesi yapıyoruz. Fakat geçen gün Karaköy – Kadıköy vapuruna bindiğimiz esnada (ki bu vapura bindiğimiz esnada nice kararlar alındığı görülmüştür) sana şöyle bir bakınca acayip bir duygu patlaması oldu. Ulan dedik, bu zamanda böyle ilişkiyi nereden bulacağız? Hem sempatik, hem yakışıklı, e biraz pasaklı ve yer yer kalpsiz olabiliyor ama, neticede dönüp dolaşıp İstanbul’da buluyorsak kendimizi, herhalde bir sebebi olmalı! O yüzden bir günü gerçek İstanbul havası solumaya ayırdık, çok da iyi oldu, galiba biz resmen barışmak istiyoruz biricik aşkımız İstanbul, olur mu?
Tabii bu über romantik yaklaşımımızın bir de öteki tarafı var. Madem kendimizi adeta Uğur Dündar gibi doğruları söylemeye adadık, bir takım itiraflarda bulunmamız gerek. Hani bu “gerçek İstanbul” dediğimiz Eminönü & Sirkeci taraflarına duyulan hisler tam olarak “ya sev ya terk et” şeklindedir ya. Ya çok seversiniz o havayı, o eski zamanlara ışınlanmışsınız hissini, o “abi bu James Bond’u nasıl burada çektiler yaaa” muhabbetini, ya da kaosuna, kalabalığına, müthiş darlayan esnafına, üstünüze üstünüze gelen insan kalabalığına dayanamıyorsunuzdur ve çoktan terk-i diyar eylemişsinizdir. İşte biz aslında 2. gruba dahil kimseleriz. Buralar bizi çoğunlukla BASIYOR. Her gittiği/gezdiği yerden inanılmaz büyülenen ve gereksiz öven blogger taklidi yapmamıza gerek olmadığı gibi, gerçek hissiyatımızı gizlemenin de bir alemi yok. Ama madem İstanbul ile biraz daha iyi anlaştığımız günlere geri dönmeye çalışıyoruz, önce şu gerçek İstanbul ile bi’ arayı düzeltelim dedik. Sonuç? Evet tamam, yine biraz bastı, yine biraz “ABİ KİŞİSEL ALANIMI İŞGAL ETMESENİZE NİYE TEMAS EDİYORSUNUZ BANA” duyguları tavan yaptı, ama bu sefer aramız bir tık daha iyi gibiydi.
Tabii ki bu Sirkeci & Eminönü gezisi boyunca keşfedilmesi gereken her noktayı, her mekanı keşfetmiş değiliz, neticede bu 1-2 günlük bir adaptasyon gezisi gibi bir şeydi, ama zamanla buraları daha da iyi keşfederiz diye umuyoruz. Genel olarak önerimiz, kafanızı bol bol havaya kaldırmanız. O ne demek demeyin, kafanızı kaldırın da İstanbul’un en güzel binalarına uzun uzun bakın. Bakın ve “kim bilir kaç güzel binanın önünden hiç bakmadan geçip gidiyoruz” diye düşünün, bizimle beraber tribe girin, güzel oluyor. Neyse, uzatmayalım hızlandırılmış Sirkeci & Eminönü gezisi notlarımıza geçiş yapalım.
Başlamadan gelen not: Başka İstanbul keşifleri yapmak niyetindeyseniz şunlar da işinize yarayabilir gibi
*Cihangir’den Favori 8 Mekanımız
*Balat & Fener
*Karaköy’ün En İyi Mekanları
*Kadıköy Yeldeğirmeni Mahallesi Keşfi
*İstanbul’daki Favori Kahvecilerimiz
*Büyükada Gezi Rehberi

Sirkeci & Eminönü Gezisi: 1 Günde Nerelere Uğradık?

Mısır Çarşısı
Mısır Çarşısı’na gitmeyeli çok olmuş. Aslına bakarsanız İstanbul’da doğup büyümüş insanlar olmamıza rağmen buraya toplam gitme sayımız zaten 5’i geçmiyordur galiba. O yüzden madem İstanbul ile barışma sürecine girdik, madem havada beyaz güvercinler uçuşuyor, bir şeyi yapmışken tam yapalım dedik. Konuyu biliyorsunuz, 1600’lü yılların ortalarında yapılan Mısır Çarşısı (adının bu olmasının sebebi, o dönemde çarşıda satılan baharatlar ve ürünlerin çoğunlukla Mısır’dan gelmesi-imiş bu arada) hem mimari olarak harika, hem insanı hakikaten geçmişe ışınlayan, İstanbulluyu bile turist gibi hissettiren acayip otantik bir havası var. Fakat yine gerçekçi bir yorum yapacak olursak, insanın buradan herhangi bir şey satın almak konusunda çekinceleri oluyor. Günümüzde çarşı esnafı o kadar “gel buraya da seni bi’ kandırayım” havasında ki, gerçekten bir noktadan sonra gerilim filmi tadında dolaşmaya başlıyorsunuz resmen. Aslında yazının girizgahını yaparken kullandığımız “buralar bizi BASIYOR” cümlesinde tam olarak bu hissiyatın yarattığı rahatsızlık durumunu kast ediyorduk. Yine de insan içeri girip de Mısır Çarşısı’nı şöyle bir gezmekten kendini alamıyor, süreyi sınırlı tutunca idare edilebiliyor diyelim.
Büyük Postane Binası
Buraya gitmek zorundasınız arkadaşlar. Ama sırf dışarıdan görmek için değil. Evet, dışını da detaylıca inceleyin, onun önünde bir ah çekin ama, içeri girmeyi de ihmal etmeyin ve siz de bizimle beraber sonradan yapılan postane binalarını düşünüp “biz nerede yanlış yaptık” düşüncelerine kapılın. Birileri toplanıp “ya aslında inanılmaz güzel binalar yapıyorduk ama biraz da rezalet işlere mi imza atsak” falan mı dedi, ne oldu?
Büyük Postane, Türkiye’nin en büyük postane binası. İnşaatı 1909 yılında tamamlanmış. Bir dönem İstanbul Radyoevi olarak da kullanılmış ancak şu an halen Avrupa Yakası PTT Başmüdürlüğü ve PTT şubesi olarak kullanılıyor. Dolayısıyla çekinmeden içine girebilir, dolaşabilir, fotoğraf çekebilir ve belki bizim yaptığımız gibi biraz da sövebilirsiniz. (ÇÜNKÜ NEDEN SONRADAN BOZDUK) Hızınızı alamazsanız PTT Müzesi de burada yer alıyor, orayı da gezebilirsiniz.
İş Bankası Müzesi
Mimarisinin güzelliği ile biz söylemesek dahi mutlaka dikkatinizi çekecek olan bir diğer bina, İş Bankası Müzesi. Bu binanın bulunduğu noktada daha önce ahşap bir bina yer alıyormuş. Ancak bu ahşap binanın İstanbul Postanesi olarak kullanılmaya başlandığı dönemde, daha geniş bir binaya ihtiyaç duyulduğu için var olan bina yıkılıp yerine bugün hala görebileceğiniz bina yapılmış. Zaten sonrasında 1909 yılında yukarıda söz ettiğimiz ve gidip görmenizde ısrarcı olduğumuz Büyük Postane binası yapılınca bu bina 1927 yılında İş Bankası’na devredilmiş İş Bankası İstanbul Şubesi olarak hizmet vermeye başlamış. Zaten 2004 yılına kadar da bu şekilde kullanılmaya devam etmiş.
Günümüzde burası İş Bankası Müzesi olarak kullanılıyor. Aşırı akıllı olduğumuz için Sirkeci & Eminönü gezisi planımızı bir Pazartesi gününe denk getirince müzeyi gezememiş olsak da aklımızda kaldığı bir gerçek. Biz en yakın zamanda ziyaret ederiz diye düşünüyoruz, siz bizden önce giderseniz ihmal etmeyin, müzeye giriş ücretsiz.
Bir bekleme salonu ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel. Sirkeci Garı, Eminönü gezisi
Sirkeci Garı
Tarihi 1800’lü yılların sonlarına dayanan bir diğer şahane bina, Sirkeci Garı. Şansımıza biz ön cepheden fotoğraflama hevesi ile gittiğimizde tadilatta olduğu için inceden bir hayal kırıklığına uğradık ama, şu Marmaray girişinin olduğu taraftan içeri girince gönlümüzü almayı başardı. Tren istasyonlarının esrarengiz çekiciliği Sirkeci Garı’na da uğramış ve Marmaray girişinin sol tarafına doğru yönelince işler iyice güzelleşiyor. Buraya kadar girmişken yine aynı tarafta kalan küçük ama uzun uzun keşfetmelik Sirkeci Garı Demiryolu Müzesi’ni gezmeyi ve hemen yan kapısında yer alan bekleme odasına şöyle bir kafanızı uzatmayı da unutmayın. Makineler hazır edilsin, Instagram’daki arkadaşlarınızı haberdar edin, çok yüksek ihtimalle ortalığı görsele boğacaksınız, normaldir, biz de öyle yaptık.
Galata Köprüsü üzerinden en sevdiğimiz fotoğraf klişesi.
Galata Köprüsü
E Sirkeci & Eminönü gezisi için yolla düşmüşken arabayla/dolmuşla üstünden yılda 80 kere geçtiğimiz ama üstünde yürüme sayımızın bir elin parmaklarını geçmediği Galata Köprüsü’nü de bir turist gibi deneyimlemesek olmazdı. Biliyorsunuz, kendisi şehrin “canım İstanbul, kurban olam İstanbul” dedirten noktalarından. Köprümüzün tarihi de bir acayip bu arada, defalarca kez yenilenmiş, tadilat görmüş, efendime söyleyeyim, ismi, hatta yeri bile değişmiş. Fakat neticede 1992 yılında yanmasının ardından son olarak Karaköy ve Eminönü tarafını birbirine bağlayan halini almış ve balık tutan adam fotoğrafı çekmekten içimizi sıkan Instagram bağımlılarının en sevdiği noktalardan birine dönüşmüş. Çekmeyin kardeşim şu fotoğrafı artık, anladık tamam Galata Köprüsü üzerinde balık tutuyorlar evet, TAMAM ANLADIK. Neyse, sevgiler……

Sirkeci & Eminönü Gezisi: 1 Günde Eminönü’nde Ne Yenir, Ne İçilir, Nasıl 800 Kilo Olunur?

Meşhur Filibe Köftecisi
Sirkeci & Eminönü gezisi için yollara düşmeden önce araştırmaya giriştiğimizde karşımıza çıkan listelerin garanti isimlerinden Filibe Köftecisi. Geçmişi 100 yılı aşmış, İstanbul’un bir parçası olmuş, İstanbul’u İstanbul yapan, annelerimiz babalarımızın bildiği mekanlardan. Tarihi ile ilgilenirseniz şuradan Mehmet Yaşin’in ziyaretini ve köfte götürmesini de izleyebilirsiniz sdsfd. Menüde köfte, piyaz ve yoğurt tatlısı var. Gidip “ben glütensiz makarna istiyrmm vr mı acbaa” derseniz tokadı yersiniz……. Köftenin yanında soğan ve biber geliyor, soğansız yiyenler zaten tarafımızca hakir görülüyor. (sonra sevgilinizin yanına falan gidecekseniz zorla soğan yedirmenizi öneririz) Küçük, salaş, hızlı yiyip kalkmalık bir mekan. Köftenin lezzeti konusunda yorum yapmayalım, o kısmı kişiye göre değişir, 100 küsür yıllık mekanı yargılamak bize düşmez diyerek işin içinden sıyrılalım. (Hoca Paşa Sokak No: 3)
Kral Kokoreç
Her türlü çer çöp ve sokak lezzetini mideye indirmek konusunda hiçbir çekincesi olmayan bizler, iş kokoreç yemeye gelince utana sıkıla “ya biz kokoreç yemiyoruz” itirafında bulunuyoruz. Evet tamam, bu kokoreç yeme işine bir türlü alışamadık, ama madem biz yiyemiyoruz, Eminönü gezisi için yanımızda bir kokoreç üstadını götürelim de o yesin, o ölçüp biçsin dedik. Neticede sevgili kokoreç sever arkadaşımızın buradaki kendini kaybetmesi sonucu anladığımız kadarıyla Kral Kokoreç boşu boşuna bir klasiğe dönüşmemiş, kokoreç sevenler buraya saldırabilir. (Hasırcılar Caddesi No: 38)
Coffeetopia
Eminönü gezisi diye illa ki sabahlara kadar Türk kahvesi içip nargile fokurdatmamız gerekmiyor arkadaşlar, hipsterlar da Eminönü gezisi için heveslenebilir……… 3. dalga kahveci isterseniz o da var, hatta gayet de başarılı bir versiyonu olan Coffeetopia var. Burayı uzun süredir zevkine güvendiğimiz insanlar övdüğü için aklımızın bir köşesindeydi, sonunda deneyebildik ve 3 evetle finale taşıyoruz. Kahveleri gerçekten başarılı, bize inanmıyorsanız zaten şurası aslında her şeyi açıklıyor. (Arpacılar Caddesi No: 4)
Brew Coffee Works
Bir diğer kahveci övme ve “hala denemediniz mi” sorularına maruz kalma seansımız da Brew Coffee Works üzerineydi. Öyle övüldü ki, “İstanbul’un en iyi kahvecisi” gibi yorumlar bile duyduk, sevenleri odalarına Brew Coffee Works posteri falan asıyor galiba.. Neticede burayı da övmekte haklılarmış. Hem görsel olarak, hem kahveleri açısından pek sevilesi, müdavimi olunası bir mekan. Bizim için İstanbul’daki en iyi kahveci Kronotrop olmakla birlikte (bak bak iddialı laflara bak), burası da favoriler listemize eklenebilir galiba. Unutmadan, gidecek olursanız fotoğraf makinenizi hazır edin, mekanın içi cidden çok güzel. (Hamidiye Caddesi No: 60)
Hafız Mustafa
Diyette misiniz? Yaza kadar sağlıklı beslensem plajlarda rüzgar gibi eserim mi diyorsunuz? Bi’ 5 kilo fazlanızı da verseniz Adriana Lima gibi mi olacaksınız? BOŞVERİN, TATLI YİYORUZ. İtiraz istemiyoruz, burada o tatlı yenecek. Hafız Mustafa’nın tarihi taaaaaa 1864’e dayanıyor. Bunca yıldır ayakta kaldığına göre herhalde bir olayı olmalı değil mi? E var tabii. Artık lokum mi götürürsünüz, sütlü tatlılara mı girersiniz, baklavaların içine balıklama mı atlarsınız yoksa direkt pastalara mı girişirsiniz bilemiyoruz. Şahsen biz narlı & fıstıklı lokuma yönelerek son dönemlerin en iyi kararlarından birini verdiğimize inanıyoruz. (Hamidiye Caddesi No: 20C ve Muradiye Caddesi No: 51)
Can Oba
Can Oba’yı tanıyanlarınız vardır, CNN Türk’teki programına denk gelmiş de olabilirsiniz, yeme içme konularına genelden bir tık daha fazla ilginiz varsa şanı yürüdüğü için zaten biliyorsunuzdur ya da bir şekilde Eminönü’ndeki restoranına denk gelmişsinizdir. Bu gruplardan hiçbirine dahil değilseniz sıkı durun, çünkü bayağı ilginç bir durum ile karşı karşıyayız.
Can Bey yıllarca yurtdışında yaşamış, Michelin yıldızlı restoranlarda çalışmış, harikalar yaratan, acayip yetenekli bir adam. Hani televizyonda görseniz Eminönü’nde kebapçıların arasında bir restoran açması ihtimalinden çok “Jölölö Hotel’in terasında” bir restoranı olması ihtimalini değerlendirirsiniz, öyle biri. Lakin “USTAM BİZE 2 ADANA” seslerinin arasında bir yerde, Sirkeci’nin göbeğinde, 5-6 masalı bir restoranı mevcut. Minik bir mutfağı, oldukça salaş bir ortamı olan ve hiç de öyle cafcaflı halleri olmayan son derece mütevazı bir mekandan bahsediyoruz. İlk gördüğünüzde “Ne alaka ya burada bu restoran şimdi?” demiyorsunuz ama, menü önünüze gelince resmen şok etkisi yaratıyor. Günlük, taze ürünlerle yapılan ahtapotu risottolar, ıspanaklı lazanyalar, ördekler falan havalarda uçuyor. Üstelik servisi Can Oba’nın ta kendisi yapıyor. Sohbet ediyorsunuz, size tek tek yemekleri nasıl hazırladığını anlatıyor falan. (buraya şaşıran emoji koymayı çok isterdik) Yemekler nasıl diye soracak olursanız biz 3,4 tanesini denemiş bulunduk ve hepsi birer lezzet pınarıydı. Eminiz ki fiyatları da merak edeceksinizdir, pek tabii Sirkeci & Eminönü gezisi boyunca gideceğiniz yerlerin üstünde olduğu kesin, ancak bizce bu restoranı ayrı bir deneyim olarak düşünüp ve fiyatları da ona göre değerlendirmek gerekiyor. (Hocapaşa Hamamı Sokak No: 10)
*Restoran bazı günler kapalı olabiliyor, özellikle burayı deneyecekseniz öncesinde bi’ aramakta fayda var. Bazı günler de çok küçük olduğu için yer bulma problemi olabiliyor, kararlıysanız rezervasyon yapın. Son olarak 13:30’da açıldığını da ekleyelim, daha önce gitmeye kalkışmayın.

Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to efee82

1 Comment

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.