Rüya Teorisi

H4m4...6qVt
17 Feb 2024
55

Rüyalar ve Evrim: Rüyaların Teorisi


Elbette rüyaların evrimsel anlamı ve önemi söz konusu olduğunda, gözler doğrudan yakın kuzenlerimize ve genel olarak diğer hayvanlara çevrilmektedir. Günümüzde diğer hayvanların da biz insanlar gibi rüya gördüğünden eminiz. Bugüne kadar yunuslardan armadillolara, opossumlardan maymunlara, köpeklere, kedilere, farelere, fillere ve ufak kemirgenlere kadar birçok memelide rüya-benzeri davranışlar gözlenmiştir.

Evcil hayvan sahibi olanlar, uyurken koşmaya çalışan köpekler veya bir av peşindeymiş gibi davranan kediler görmüşlerdir. Bunun haricinde kuşlarda ve bazı sürüngenlerde de rüya-benzeri davranışlara rastlanmıştır. Ancak sorun yine aynıdır: insanlar bile isabetli bilgiler veremezken, insan-harici hayvan türlerinden bilgi almayı beklemek anlamsız olacaktır.

 Bu nedenle insan-dışı hayvanların rüyalarını uykunun hangi döneminde gördüklerini, görüntülerin neye benzediğini, kendilerini ne tür senaryolar içerisinde bulduklarını ne yazık ki bilemiyoruz. Buna rağmen davranış bilimciler, sadece hayvanların davranışlarından yola çıkarak da rüyaların etkilerini belirleyebileceklerini düşünüyorlar. Örneğin yapılan ilginç bir araştırma, beyni ve algısal yetileri daha gelişmiş türlerin rüyalarının daha karmaşık, fizyolojik etkilerinin daha güçlü ve davranışsal belirtilerinin daha şiddetli olduğunu göstermiştir. Belki de bu sebeple insanlar rüyalara aşırı anlamlar yüklemektedirler.



Rüyaların sebebini anlamak için, yazımın başlarında söz ettiğimiz bir gerçeği hatırlamamız gerekiyor: Uyku sırasında beynin bilinçli ve algısal fonksiyonların büyük bir çoğunluğu, tamamen kapatılmasa da minimum düzeye indirilir (ani bir uyartıda uyanabilmemiz bundandır); ancak vücut canlılığını sürdürmek için çalışmaya devam eder, buna beyin de dâhildir.

Doğayı algılayabilmemizin tek sebebi, beynimizin duyu organlarından gelen bilgileri hücresel boyutta, biyokimyasal olarak değerlendirebilmesidir. Uyku sırasında duyu organlarından sinyal aktarımı devam eder, ancak beynin bilinçle ilgili bölgeleri bunu gün içerisinde olduğunun aksine neredeyse hiç işleyemez. Buna rağmen uyku sırasındaki biyokimyasal süreçler sırasında beynin bazı bölgeleri, kapalı olan diğer bölgeleri uyarabilmektedir. 


Neden rüya görüldüğü ile ilgili pek fazla fikir ileri sürülmüş; bazıları pek çok araştırmayla desteklenerek genel bir teori inşa edebilmemizi sağlamıştır. Bu konuda yapılan önemli araştırmaların başında, Harvard Üniversitesi’nde psikiyatrist olan John Allan Hobson ve Robert McCarly tarafından 1977 yılında ileri sürülen Aktivasyon-Sentez Hipotezi gelmektedir. Bu hipoteze göre rüyalar ön beynin, beyin kökü tarafından uyku sırasında üretilen rastgele sinyallere verilen tepkilerdir. Bu rastgele sinyaller, uyku sırasında beyin kökündeki faaliyetlerin sürmesinden kaynaklanır. Bu durum, daha önceden sözünü ettiğim oto-aktivasyon bozukluğu olan insanlardan alınan verilerle de desteklenmektedir.


Hipoteze göre beyin bölgeleri arasındaki geçiş kapılarından sızan bu elektrokimyasal sinyaller, ön beyinde görüntü olarak algılanır; çünkü biyokimyasalların yapısı, buradaki hücreler tarafından algılanabilecek yapıdadır. Uyanıkken, aradaki geçiş kapıları (röleler) aktif olarak çalıştığı için bu istenmeyen görüntüler oluşmaz. Ancak bazı hastalıklar, hasarlar ve genetik sebeplerle bu rölelerde sorun meydana geldiğinde, uyanıkken de rüya görülebilir (bu durumda sanrı ya da hayal adını alır). Bu bulgular, hipotezin günümüzde bir teori olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır; ancak araştırmalar sürmektedir.

Ancak beyin ve rüya araştırmalarıyla Dünya’da ön sıralarda yer alan Santa Cruz’daki Kaliforniya Üniversitesinden William Domhoff tarafından 2001 yılında yapılan bir araştırma, bu hipotezin henüz tamamlanmadığını, bazı eksik yanları olduğunu ortaya koymuştur. Yeni teorinin iddiasına göre, beyin kökünden salgılanan kimyasalların rastlantısal etkilerinin rüyalar içerisindeki düzgün kronolojik sıraları sağlaması mümkün değildir. Rüyaların çok büyük bir kısmı soyut ve gerçek üstüdür. Mekânlar, kişiler ve olaylar hızla değişir.

Genellikle kronolojik bir sıra bulunmaz ve önceki hipotezin gücünü aldığı da bu durumdur. Ancak rüyaların bir kısmı da oldukça sistematiktir, düzen içerisinde ilerler, mekân ve kişiler değişmez, zaman akışı hissedilir. İşte Domhoff, bu tip rüyaların da açıklanabilir olması gerektiğini düşünmüştür. Kendisinin ve bazı diğer bilim insanlarının çalışması, beyin kökü rüyaların tetiklenmesinde önemli bir rol oynasa ve karmaşık rüyalarımıza sebep olsa da, rüyanın asıl oluştuğu yer olduğunu düşündükleri ön beynin rüya oluşumunu kendisi de başlatıp sürdürebildiğini göstermiştir. 



Bu durumda, genel bir analiz yapacak olursak, rüyaların oluşumunun arka planında bazı beyin bölgelerinin uyku sırasındaki elektrokimyasal faaliyet sırasında istemsiz olarak uyarılması olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin hafızamızdan çağrılan bazı rastgele görüntüler, uyku sırasında gözlerimizin önüne karmaşık bir sırada gelmektedir. Fakat bu rastgele duyu verileri bir kere faaliyete geçtikten sonra, daha kontrollü davranışlarımızı denetleyen ön beyin denetimi eline alabilmektedir.

Bu durumda rüyalar, karmaşık ve kaotik bir düzlemden çıkarak, kronolojik ve hatta mantıksal bir şekilde takip edilebilir bir düzleme ulaşabilmektedir. Kimi zamansa ön beyin tek başına çalışarak hiçbir kaotik öge bulunmaksızın, son derece mantıklı görüntüler, sesler, kokular, tatlar ve hisler silsilesini rüyaya dâhil edebilmektedir.

İyi ama neden? Neden böyle bir şeye ihtiyacımız var? Neden rüya görüyoruz veya görebilecek bir evrimsel süreç yaşadık? Rüyaların nasıl oluştuğuyla ilgili burada değindiğimden çok daha fazla hipotez ve teori bulunmaktadır; ancak bunların hiçbiri henüz nihai ve tamamen desteklenen bir boyuta ulaşamamıştır. Yine de her birinden elde edilen veriler, rüyaların evrimsel kökenlerine ışık tutabilmemizi sağlamaktadır. Rüya görmemizin nedenlerini görebilmek içinse elbette Evrimsel Biyoloji'den yararlanmamız gerekmektedir. 



1993 yılında Winson, REM uykusunun sadece keseli ve plasentalı memelilerde bulunduğunu, diğer hiçbir hayvan grubunda evrimleşmediğini ileri sürdüğü bir araştırma yapmıştır. Daha sonra yapılan araştırmalar, REM uykusunun yaklaşık 220 milyon yıldan bile daha önce, keseli memeliler ile plasentalı memeliler birbirlerinden ayrılmadan önce evrimleştiğini göstermiştir. Daha sonra bu özellik, iki dev memeli grubuna da dağılmış ve hemen her üyesinde görülür olmuştur. Yazımızın başlarında da anlattığım gibi, evrimsel süreçte ortak bir atada evrimleşip tüm torun türlere aktarılan bu tür özelliklere “sinapomorfi” adını vermekteyiz.

Ancak türler arasındaki farklı REM uykusu fizyolojileri, bu türlerin evrimleşmeleri boyunca REM uykusuna dair de doğal seçilim etkilerinin olduğunu bize göstermektedir. Bazı antropologlar, REM uykusunun evrimiyle birlikte rüyaların ilk defa oluşmaya başlamasının canlıların hayatlarını tehlikeye attığını düşünmektedir. Çünkü çok gerçekçi rüyalar gören canlılar, rüyalarında hareket ederek kendilerini ciddi tehlikelere sokabilirler. 


Bu yüzden Doğal Seçilim’in rüyaların netliğini ve etkilerini azaltacak şekilde işlediği düşünülmektedir. Bu da doğrudan rüya fizyolojisinin değişmesine sebep olmaktadır. Bir diğer grup bilim insanı ise, rüyaların ilk oluştuğunda beynin uyku durumundan çıkıldığının sanmasıyla beklenmedik aktivite gösterdiği ve bu sebeple kişilerin uyku felci geçirdiklerini ileri sürmektedir. Bu sebeple uykuların şiddetinin azalması yönünde de bir Doğal Seçilim uygulanmış olmalıdır.


Bu durumda, rüyaların canlılara avantaj sağlayan bir etkileri de olmalıdır ki, evrimsel süreçte yok olmadan korunabilmiş olsunlar. Ayrıca bu kadar yaygın bir şekilde Hayvanlar Âlemi’nde bulunan bir özelliğin basit bir hatadan kaynaklanması ve bu zamana kadar birçok soy hattında yok olmamış olması, rüyaların belli bir avantaj sağlaması gerektiğini düşündürmektedir. Bu noktada, çok önemli ve geniş kabul gören, Antti Revonsuo, Katja Valli ve ekibi tarafından geliştirilen çok önemli bir rüya teorisinden bahsetmek gerekir: Tehdit Simülasyonu (veya Provası) Teorisi.

İsimlerinden de anlayabileceğiniz üzere bu kuramlara göre rüyalar, gerçek hayatta olabilecek olayların bir provasıdır. Dolayısıyla beyin, rüyaları ne kadar gerçekmiş gibi algılarsa, gerçekte olabilecek olaylar o kadar prova edilmiş ve gerçek hasarlara sebep olmadan beklenmedik durumlara karşı deneyim elde edilmiş olabilir. Bu teori gücünü, en fazla hatırlanan rüyaların en stresli, en olumsuz duyguları içeren ve en dramatik çatışmalar üzerine kurulu rüyalar olmasından almaktadır. Bu durum, rüyaların bize gün içerisinde yaşanabilecek zorlu travmalara hazırlıklı olmamızı sağladığını düşündürmektedir.  



  1. Rüya deneyimi, algısal dünyamızın organize ve özellikle seçilmiş bir simülasyonudur. Rüyalarımızda deneyimlediklerimiz, genellikle gerçek yaşantıda da deneyimleyebileceğimiz olay ve olgulardır. Dolayısıyla rüyalar “rastgele gürültüler” olmaktan ziyade, gerçek dünyadan seçilmiş duyusal deneyimlerdir.
  2. Rüyalarda genellikle olumsuz ve yaşamı tehdit edici unsurlara doğru bir eğilim vardır. Bu da, evrimsel adaptasyon açısından önemli olan durumlara uygun tepkiler verebilmemizi sağlar. Rüya görürken gerçekten rüyamızdaki unsurlarla yüzleşmek zorunda olmadığımız için, simülasyona dayalı bir deneyim elde etmiş oluruz.
  3. Özellikle zorlu zamanlardan geçen bireylerde rüyalar, o zorlu zamanları atlatmayı kolaylaştırıcı içerikte olacak şekilde beyin tarafından düzenlenmektedir. Bu durum, biyolojik organizmanın tehdit algısına ve ondan kaçmaya yönelik eğilimine göre değişim göstermektedir.
  4. Görülen rüyalar her ne kadar gerçeğin bir kopyası olsa da, inanılmaz bir gerçekçiliğe de sahiptir. Bu sayede rüyalar, gerçekten başımıza gelebilecek durumlara karşı gerçek bir hazırlık süreci olarak görülebilir. Bu durumu destekleyen en somut veri, rüya görürken kimi zaman rüyayla birebir uyumlu hareketleri fiziksel olarak yapıyor olmamızdır.
  5. Rüya sırasında devreye giren algısal ve motor yetenekler, bireyin bu yeteneklerini gerçekten de geliştirmesini sağlamaktadır. Böylece rüyalar uyandıktan sonra hatırlanmasa bile, beyin ve vücut o deneyime sahip olduğu için rüyalar avantaj sağlayabilecektir. Böylece üstü örtülü, prosedüre dayalı öğrenme gerçekleşebilir.
  6. Bu Tehdit Simülasyon Mekanizması evrimsel süreç içerisinde avantajlı olduğu için seçilerek ortaya çıkmıştır. İçsel bir özellik olmaktan ziyade, türümüzün başından geçen tehlikeli durumlara bağlı olarak evrimleşmiştir. Bu durum, atalarımızın büyük oranda tehdit altında oldukları zamanları çokça yaşamış olmalarıyla desteklenmektedir. Bu mekanizma, türümüzün hayatta kalma şansını arttırmıştır.



Tüm bu teori dâhilinde temel olarak bilinmesi gereken, rüyaların her ne içerikte olursa olsun canlılara gerçek olmayan bir ortamda deneyim elde etme şansı sunması ve bu sayede gerçek hayattaki yaşama ve üreme şanslarını arttırıyor olmasıdır. Örneğin ilkin atalarımız doğadan kaynaklı bir tehditle ilgili rüyalar görerek bu tehdit henüz gerçekleşmeden deneyim elde edebilirler. 


Burada akla gelen ve popüler bilimde en sık karşımıza çıkan konu, rüyalarımızda ürettiğimiz kişi ve mekânların daha önceden gördüğümüz kişi ve mekânlar olmak zorunda olup olmadığıdır. İddiaya göre rüyalarda beyin yeni mekânlar ve yeni kişiler yaratamaz; sadece hafızamıza ait hücrelerde hâlihazırda var olan kişi ve mekânları çağırabilir. Yani rüyanızda hiç tanımadığınız yüzler görmeniz, onları daha önce görmediniz anlamına gelmez: Sokakta yürürken, televizyonda, reklam panolarında, vs. gördüğümüz her bir yüz, eğer hafızamızda küçük bir yer bile ettiyse, rüyada çağrılıp kullanılabilir.

Bunun büyük oranda bir spekülasyon olduğunu söyleyebiliriz. Doğru ya da yanlış olması için yeterince sebep ve bilimsel veri bulunmuyor. Dolayısıyla şu etapta sadece bir fikir, bir spekülasyon olarak görülmelidir. Ancak ola ki doğruysa, bu durum kişinin rüya içerisinde, hâlihazırda gördüğü olaylara dâhil olmasıyla ilgili ek veriler sunabilir. Bu da, Tehdit Simülasyonu Teorisi’ni bir başka açıdan destekleyen bir bulgu olacaktır. Tabii ki böyle bir iddiayı test etmenin ve desteklemenin güçlüğünden bahsetmiyoruz bile.


Peki, bu teorinin gücünü aldığı “rüyaların çoğu olumsuz içeriklidir” görüşünün doğru olduğundan emin olabilir miyiz? Hall ve Van de Castle tarafından 1966 yılında yapılan bir araştırmada, 500 deneğin rüya raporları toplanmış ve değerlendirilmiştir. Bunların rüyalarının rastlantısallık sınırlarının oldukça dışına düşen bir şekilde, %80'inin olumsuz duygulara dair rüyalar olduğu görülmüştür. 


Ayrıca bu olumsuz rüyaların istisnasız her birinde, farklı şekil ve şiddetlerde tehdit unsurlarına rastlanmıştır. Bu deney, 1994 yılında Jane Merritt ve diğerleri tarafından da tekrar edilerek doğrulanmıştır. Yani rüyalar, rastlantısal sebeplerle tetiklense de, rastlantısal olarak değil, bireye fayda sağlayacak şekilde oluşmaktadır. Bu da bireylerin evrimsel başarısını arttırmakta ve neden rüya gördüğümüzün sebebini açıklamaktadır.

Rüyalarla ilgili söylenebilecek daha çok söz var. Örneğin Bilinçli Rüya (Lucid Dreaming) adı verilen olayda, kişi rüya gördüğünün farkına varır ve dilediği yönde rüyasını geliştirebilir. Bu olgu sırasında vücut uyku halindedir; ancak beyin tam olarak uyku halinde değildir. Bu yetenek de evrimsel süreçte mümkün kılınmış olabilir ve temel olarak beyin dalgalarının uyanıklık ile uyku arasında olmasından ve beynin uyku halinden yarı-çalışır hale geçmesinden kaynaklanır. 1980 yılında Stephen LaBerge tarafından gösterildiği gibi, popülasyon içerisinde doğal olarak çok az kişi bu yeteneğe sahipken, çalışma yoluyla da öğrenilebilmektedir.


Bu teknikler, uykuya dalış sırasında insan beyninin çeşitli fiziksel yöntemlerle uyarılmasını ve beyne "Uyuyorsun; bunun farkına var." bilgisinin gitmesinin kişi tarafından öğrenilmesini sağlamakla ilgilidir. Kişi, günlük yaşantıda, "uyanık olduğunu hatırlamak" ile ilişkilendirdiği bir hareket için beynini eğitir. Örneğin gün içerisinde, belirli aralıklarla bir yandan parmağını şaklatır ya da bacağının belli bir noktasını çimdiklerken, "Şu anda uyanıksın, bunun farkında ol." şeklinde zihinsel pratik yapar. 


Uzun süren çalışmalar sonrasında beyin bu fiziksel harekete (parmak şaklatma ya da cimdik atma) şartlanır ve birey tekrar etmese de, bu hareket yapıldığı anda beyin "uyanık olduğuna dair" uyarılır. Daha sonra bazı meditasyon ve gevşeme teknikleriyle uykuya dalma olayı modellenir ve kişi tarafından iyice öğrenilir. Sonrasında da, uzun yıllar süren çalışmalardan sonra, kişi uykuya dalma sırasında kendisini bu öğrenilmiş ve şartlanmış fiziksel hareketi yapmaya koşullar ve beyin uykuya dalmadan önce uyarılır ve beden ve beynin büyük kısmı uykuya dalsa da, kişi uyanık olduğuna kendini ikna eder ve uyanık kalır.

Bu sayede, REM'e girilip rüya başladığı andan itibaren rüyasını kontrol edebilir; çünkü beynini aktif olarak kullanarak, ön beyinde oluşan görüntüleri uyarabilir. Öyle ki, bu yeteneğe sahip kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda, kişilere uyku sırasında toplamda kaç defa REM'e girdiği sorulmuş ve %100 başarı ile, gerçekten girdiği REM sayısı tam olarak kişi tarafından bilinmiştir. Bu uygulamanın, düzgün ve sağlıklı bir uykuya izin vermediği için kişide yorgunluğa sebep olabilmektedir.


Kaynakça


https://npistanbul.com/ruyalar-hakkinda-ilginc-bilgiler

https://bilimveutopya.com.tr/insan-zihninin-evriminde-ruyalarin-rolu

https://acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=62268

https://psikohelp.com/ruyalara-genel-bakis/#:~:text=REM%20uyku%20evresi%20boyunca%20beyin,Aktivasyon%2D%20Sentez%20hipotezi%20olarak%20adland%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1r.

https://www.polemikhaber.com/ruyalarla-ilgili-ilginc-bir-teori-garip-ruyalar-bizi-beklenmedik-seyler-icin-egitiyor#:~:text=Tehdit%20sim%C3%BClasyonu%20teorisi%3A%20Bu%2C%20r%C3%BCyalar%C4%B1n,bir%20sanal%20ger%C3%A7eklik%20ortam%C4%B1%20sa%C4%9Flarlar.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tekrarl%C4%B1_r%C3%BCya



Write & Read to Earn with BULB

Learn More

Enjoy this blog? Subscribe to oziwan

5 Comments

B
No comments yet.
Most relevant comments are displayed, so some may have been filtered out.